Sadece hekimlerin değil, kentimizin Mahmut Abi’si, Dr. Mahmut Ortakaya, benim de katıldığım bir kongrede “Biz Kürtler kanser olmak istiyoruz” demişti.

Kongre katılımcıları Mahmut Abi’inin bu konuşmasını, onun rutin şakalarından biri gibi kabul etmiş ve epeyce gülmüştü.

Oysa Mahmut Abi bunu gülmek için değil, düşündürmek için söylemişti.  

Bir halk neden kanser olmak isterdi?
O kongrede gülenler yıllarca bu sorunun cevabını aradılar. Bölge hekimleri olarak biz de buna cevabını vermeye çalıştık.
Mahmut Abi bu sözü, Kürtlerin veremden, sıtmadan, tifodan, kara yaradan, dizanteriden, boğmacadan, difteriden öldüğü yıllardı. 
Uygar dünyada bilimsel yöntemlerle, toplumcu sağlık politikasıyla, koruyucu sağlık uygulamalarıyla önlenebilen hastalıklar Mahmut Abi’nin hekimlik yaptığı yıllarda kitlesel ölümlere neden oluyordu. Bu ölümler yüzünden çocuklar nüfusa geç kaydoluyordu. Çünkü aileler doğan çocuklarının yüksek ölme ihtimallinin farkındaydı.
Oysa dünya bu hastalıklardan ziyade kanserden ölüyordu
Yine yukarıda ki sözlerin söylendiği 1990’lı yıllar bölgede çatışmaların, faili meçhul cinayetlerin, toplamda can güvenliğini hedef alan, insan eliyle yaşamın sonlandırıldığı yıllardı. Tüm bunlar da demokratik siyasetle önlenebilir ölümlerdi.


Geçenlerde Tabip Odası olarak sosyal medya üzerinden kanser tedavisi ile ilgili bir açıklama yaparken, Mahmut Abi’nin bu sözünü hatırladım. Sözlü kara mizah ustası Mahmut Abi, belki Kürtleri de diğer halklar gibi hastalık ve ölüm üzerinden eşitlemek arzusuyla bunu söylemişti. Belki de Kürt sorununa dikkat çekmek için bu espiriyi yapmıştı.


Sonuçta halkımız fazlasıyla kanser de oldu. Son zamanlarda gittiğim taziyeler de ölümlerin büyük kısmının kanserden kaynaklandığını öğreniyorum. Hekim olduğum için taziye sahiplerinin sağlık sistemiyle ilgili sitemini de hissediyorum.    

Elbette bu sitemin haklı tarafı vardır. Açıklamamız da bu sitemi doğruluyor.
Bilindiği gibi kanser tedavisinin bir kısmını radyoterapi (ışın tedavisi) oluşturuyor. Işın tedavisi, özellikle kanserin tekrarlayabileceği durumlarda hayati önem taşıyor. Ve kanserin tekrarlayabileceği düşünülen hastalarda ışın tedavisi ve kemoterapi eş zamanlı yürütülüyor. Zamanında yapılacak bu eş zamanlı tedavi kanserin nüks olasılığını anlamlı olarak azaltıyor


Bu tedavi özel cihazlar aracılığıyla uzmanlarca sağlanıyor. İlimizde çalışabilir tek radyoterapi cihazı var. Hastalar gece yarılarına kadar ışın tedavisine alınıyor. Ve cihazın sürekli olarak çalışır durumda kalması nedeniyle cihazın sık sık bozulduğu bilgisi mağdur olan hastalar tarafından Tabip Odamıza aktarılıyor. 
Eğer cihaz bozulursa, ilgili firma cihazı tamir etmediği veya edemediği için hastaların tedavileri kesintiye uğruyor. Hastalar kür sağlayacak, yani tedaviyi sürdürecek ışından mahrum kalıyor. Uzun süredir cihaz tamir edilemediği için hastaların tedavileri aksıyor.
Çevre illere de hizmet vermek zorunda olan Diyarbakır'da ışın tedavisi yapan üç cihaz bulunuyor. Türkiye’nin diğer illeri ile karşılaştırıldığında bu sayı gerçekten çok yetersiz. Ülke genelinde de yetersizlikler olsa da bölge olarak diğer bölgelerle kıyaslandığında çok ciddi bir eşitsizlik göze çarpıyor.   
Bu satırları yazdığım sırada Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki cihaz faal değildi. Ve kentteki kamu hastanesinde sadece bir cihaz çalışıyordu. Bu hastanede kanser hastaları tahmin edileceği üzere sıraya girmiş durumdaydı.


Gerçi sağlıkta gerçek ya da sanal sıraya girmek artık olağan sayılıyor. Biz Tabip Odası olarak bunu olağandışılığa atmaya çabalıyoruz. Yaptığımız açıklamalar asıl olarak toplumsal farkındalık içindir.


Kanser gibi her an her şeyin olabildiği, acil kabul edildiği bir hastalıkta her geçen gün, saat, dakika hastalar için hayati önem taşır.
Bu köşeden Diyarbakır Tabip Odası olarak bir kez daha yetkilileri, kanser hastalarının yaşamlarına mal olabilecek bu sorunu gidermek üzere ivedi olarak  harekete geçmeye çağırıyoruz.


Bizce çözüm zor değildir.
Kanser ölümleri arttıkça, halkımız galiba kanser olmaktan da pişman olacak.
Dr.Veysi Ülgen