Diyarbakır'da bir dönem yüzlerce köyde kurulan Boranhaneler artık tarihe karışırken, sadece harabe durumundaki kalıntılarına bugün Karaçalı köyünde rastlamaktayız. Oysa Boranhanelerin önemini kavrayan birçok Kuzey Avrupa ve Ortadoğu ülkesi bunları yıllar öncesinden koruma altına almış. İran ve Mısır'da 18. ve 19. yüzyıllardan kalma muhteşem mimari tarzına sahip kerpiçten yapılmış bu Boranhaneler, devlet koruması altında ve ülke turizmi için de ciddi bir gelir sağlamakta.
Gerek Cumhuriyet öncesi gerek ise sonrasında silah ve ayakkabı sanayisinde de kullanılan Boranhanelerde toplanan güvercin gübreleri, Diyarbakır'da bu tesislerin olmamasından dolayı sadece tarla ve bahçelerde gübre olarak kullanılıyordu. Yüzlerce köyde bulunan Boranhanelerde toplanan gübrelerin büyük bir kısmı ise ihraç ediliyordu.
Organik gübre olarak kullanılıyordu
Diyarbakır'da iç piyasada tarım arazilerinde tüketilen güvercin gübresinin ana kullanım alanı ise Dicle Nehri kenarındaki kumluk arazilerde kavun ve karpuz ekim alanları idi. Diyarbakır karpuzu yakın bir zamana kadar bile Dicle Nehri'nin taşkın düzlüklerindeki kumluk alanlar içine açılan çukurlarda yetiştirilmekteydi. Nehrin çekilmesiyle birlikte kumluk arazilerde karpuz ve kavun üreticileri tarafından 100x40 ebatlarında ve yarım metre kadar derinliğinde yüzlerce çukur açılırdı.
Bu çukurların dibine, toprakla karıştırılan güvercin gübresi serilir ve çukurun tabanının bir tarafı set şeklinde yükseltilirdi. Karpuz fideleri tek tek buraya dikilirdi. Karpuz fideleri kumun içinde ve nehir yatağı içinde olduğu için devamlı nemli kalırdı. Karpuz ve kavun fideleri çukurdan baş verip fide vermeye başladığında yeniden toprakla karıştırılmış güvercin gübresi ile beslenir ve fidelerin büyümesi beklenirdi.
Üretilen karpuzlar ihraç edilirdi
Fidelerin sulanmasına gerek kalmazdı. Çünkü arazinin nemi, fidelerin susuz kalmasını önler ve fideler daha çabuk büyürdü.
Üretilen ve devasa boyutlara ulaşan karpuz ve kavunlar, Sonbahar ile birlikte hasat edilirdi. Adı ile ünlü karpuzlar, üretimin fazla olduğu yıllarda iç pazarda tüketiminin yanı sıra, batı illerine de adar ihraç edilirdi. Lezzeti ve büyüklüğü ile nam salan Diyarbakır karpuzuna bu özellikleri katan ise Boranhanelerde elde edilen güvercin gübreleriydi.
Gereksinim azalınca kaderlerine terk edildiler
Diyarbakır karpuzu ve kavununun üretiminde güvercin gübresi yerine suni gübre kullanılmaya başlanması ile birlikte Boranhanelere olan gereksinim de yakın bir zamanda azaldı. Zamanla suni gübrenin iyice yaygınlaşması sonucu güvercin gübresi gereksinimi son buldu. Bu da haliyle Boranhanelerin sonunu getirdi. Aynı şekilde Dicle Nehri ekosisteminin bozulması sonucu karpuz ve kavun üreticilerinin bu üretim tarzını terk ederek güvercin gübresine gerek kalmayan başka üretim alanlarına yönelmesiyle de Boranhaneler tarihe karıştı.
'Burada meyveler çok iri yetiştiriliyorlardı'
Güvercin gübresi bölgede geleneksel karpuz yetiştiriciliğinin yanı sıra diğer tarımsal ürünlerin yetiştirilmesinde de kullanılmaktaydı. Meyve ve sebze yetiştiriciliği için de bu gübreler tercih sebebiydi. 1781 yılında Diyarbakır’ı gezen batılı seyyah D. Sestini anılarında, güvercin gübresi yetiştirilen meyve ve sebze tarlalarına tanıklığını şöyle anlatıyordu: “Yanardağ lavları kalıntıları üzerine inşa edilmiş olan Yeni Kapı'yı geçtik. Uzun bir yokuşu takip ederek Dicle’ye ulaştık. Dicle Nehri'nin kıyıları kilden oluşmaktadır. Kıyının yakınlarında birkaç derin ve kare biçimli çukurlar gördük. Dip köşelerinde güvercin dışkısı ile gübrelenen küçük tarlalarda kavunlar ve salatalıklar gördük. Burada meyveler çok iri yetiştiriliyorlardı.”
Gezginlerin notlarında güvercinler
Diyarbakır’da yaban güvercinlerinin sadece gübre üretiminindışında etinin yendiğine ilişkin bilgiler bölgeyi gezen batılı gezginlerin notlarında yer almaktadır. 1612 yılında bölgeyi gezen Polanyalı gezgin Simeon’un seyahatnamesinde şöyle diyor; “....yemek hususunda da cömert olan bu insanlar, Lehistan hariç İstanbul ve Halep’te dahi görmediğim bir surette mükellef sofralar kurarlar ve çok lezzetli yemekler ikram ederler. Çeşitli kebaplar, börekler ve diğer pahalı yemeklerle beraber ikram edilen koyu ve tatlı Ergani şarabından bir bardaktan fazla içemezsiniz. Tokat’ın paçası, Halep’in mıklası ve Harput’un çakıl ekmeği gibi Amid’in de güvercin kebabı meşhurdur.”
1680 yılında Diyarbakır’a gelen Tavernier ise 1682 yılında yayınladığı kitabında “...burada yenilen et başka bir yerde bulunmaz. Bilhassa burada yenilen güvercin, büyüklük ve tat olarak Avrupa’dakileri çok geride bırakır” diye yazar.
Boranhaneler halen birçok ülke tarafından korunuyor
Diyarbakır'da Boranhane kültürünün sona ermesine rağmen, halen Kuzey Avrupa ve Ortadoğu'da birçok ülkede Boranhaneler mevcut ve koruma altındalar. İran, Tunus, Katar, Mısır gibi ülkelerde sadece yaban güvercinleri için yapılmış olan görkemli mimari örnekleri bulunuyor. Ortadoğu'da bu kültürü en iyi yaşatan ülke ise İran'dır. İranlların “Kebûterhâne” dedikleri bu yaban güvercin evleri, hem gübre üretiminde kullanılıyor hem de turistlerin gezdiği yerlerin başında geliyor. İran'da bu güvercin evlerinin en yoğun olduğu yerlerin başında ise İsfahan, Merkezi, Azerbaycan ve Yezd eyaletleri geliyor.
Ülkeler öneminin farkına vardı
İran'da Safevi hükümranlığı döneminden beri var olan bu yapıların yapımında kerpiç, tuğla ve ahşap malzemeler kullanılmış. İran'da Kebûterhânelerin genellikle güvercinlerin rahatsız olmamaları için sessiz ortamlarda, yerleşimlerin uzağında inşa edildikleri görülmektedir. Ayrıca elde edilen gübrelerin kullanılacağı tarım alanlarına yakın olmaları da bir diğer belirleyici olarak durmaktadır.
Boranhaneler önemli bir turizm geliri aynı zamanda
Bu güvercin evlerinde üretilenler İranlılar için tarım için organik gübre görevi görürken, son yıllarda ise bu bölgeler turizme de açılmış durumda. 18. ve 19. yüzyıldan kalma bu görkemli yapılar İranlılar tarafından milli bir değer olarak kabul edilmekte ve turistik değer olarak devlet tarafından korunmaktalar. Aynı şekilde Mısır ve Tunus başta olmak üzere birçok Kuzey Afrika ülkesi de bu şahane yapıların öneminin farkına varmış ve turizm için kullanıma açmışlar.
Kendine has bu mimari yapıların önemini 30 yıl önce farkına varan değişik ülkeler, buraları turizm için değerlendirirken maalesef Diyarbakır'da son 20 yılda bu kültürel değere sahip yapılar tarihe karışmış oldu. (Bitti)