Hikâye şu; ihtiyar adamın kıtlık-kıran zamanlarında doğan oğlu büyüyüp evlenir. Zamanla çocukları olur. Hanenin nüfusu da doğal olarak çoğalır.
E, kıtlık-kıran zamanları ya! Eve giren ekmek de sınırlı ve ancak çocukların karnını doyurmaya yetiyor.
Oğlanın ihtiyar babası artık yuvayı bu yeni aileye bırakıp öte dünyaya göç etmesi gerektiğinin farkında! Farkında olmasına farkında da bir türlü göçemiyor, ölüm gelmiyor.
İhtiyar, bir gün oğlunu çağırır yanına “Beni bir sepete koy ve köyün ardındaki yüksek dağın tepesine götür, artık benim zamanım geldi” demiş. Oğlan bir süre direnir. Ama bakar ki babası ısrar ediyor, baba sözünü dinleyip köyün ardındaki yüksek dağın tepesine çıkarır babasını ve kurda-kuşa yem olsun diye terk eder.
Baba, oğulun ardından seslenir; “Sakın beni buraya bırakıp ölüme terk ettin diye üzülme! Çünkü ben de babamı buraya getirip bırakıp ölmeye terk etmiştim. Gün gelecek yaşlanacaksın, oğlun da seni buraya getirip bırakacak. Hayat, bir devri-devrandır ve alnımızda yazılı kader budur. Birileri gelirken, birileri de gitmek zorunda…”
Bu hikâyeyi İrfan Aktan’ın Karihömen-Japonya’da Kürt Olmak yeni çıkan kitabında okudum. Yüksekova’da köylük yerde ağır yoksulluk günlerinde yaşı yüz’ü aşkın nenesi anlatmış kendisine. Sonra İrfan nenesinden duyduğu hikâye üzerine irkilmiş.
Hikayeyi kitapta okuyunca hayli yıl evvel izlediğim “Narayama Türküsü” filmini hatırladım. Çok zaman geçmişti üzerinden ama sanki orda da böyle bir gelenek hikâyesi vardı. Nitekim İrfan’ın kitabında hikayenin anlatıldığı sayfasının bir sonraki sayfasında zaten İrfan Aktan da filmden bahsetmiş.
Evet zor zamanlarda insan kendi bedeni üzerinden kendi çözümünü üretiyor işte!
Geçtiğimiz günlerde Oyuncu, yazar dostum Ercan Kesal’in bir röportajını izledim. Şöyle diyordu; “Yaşam ve ölüm kavramları zaten birbirine kardeş kavramlar. Biri olduğu için ötekisi vardır. Benim için ölüm, yaşamı hak etmektir. Ölüm, hayatı anlamlı ve değerli hale getiren kavramdır…”
Bu elbette böyledir de! Yoksulluğun ve çaresizliğin insanı ölmeye yatmaya rıza göstermesi asıl zor olan. Zor ve kabullenilmesi de zordan öte. Ve sanki kötü tarafı da adaletsizlik ve vicdansızlık nedenli ölüme rıza…
Yaşar Kemal boşuna “insanın başına gelmiş ve gelecek olan en büyük felaket, yoksulluktur” dememiş.