Hepimizin içinde biraz siyaset vardır. E sonuçta Ortadoğu coğrafyasının insanlarıyız.

Hepimizin içinde biraz siyaset vardır. E sonuçta Ortadoğu coğrafyasının insanlarıyız.
Biz Kürtler de bundan ziyadesiyle nasiplenmişiz. Hatta biz Kürtler, neredeyse politik bir kimlikle doğarız dersem yanılmış sayılmam sanırım.
Bazen fiilen bir partinin içinde oluruz, bazen de sadece gönüldaş oluruz.
Ama illaki de politik insanlarız.

Ve illaki de bir yorumumuz vardır her konu hakkında.
Ben de, bir vakitler o meşhur faal siyaset caddesinden geçtim. Gençliğimde yani, ah yaşlılığın gözü kör olsun işte.
Sadece o dönemdeki anılarımı yazsam mı diye düşünmüyor değilim. Neler neler yaşandı. Ne çirkinlikler ve kayırmalar. Ama belki zamanı değildir.
Neyse esas konumuza dönelim.

Diyelim ki Türkiye’de herhangi bir yerde Milletvekilliği, Belediye Başkanlığı, Meclis Üyeliği ya da Muhtarlık alanında seçime gireceksiniz.
Bir parti adına ya da bağımsız katılmanın bir prosedürü vardır.
Bu prosedürün öncesini ve sonrasını komşumuz Vechettin ağabey takip etmiyor tabi ki.

Ya da sokaktan geçen öylesine biri değildir bu işlerin takibini yapanlar.
Bu gibi durumlara bakanlar, işlerinin ehli kurumlar ve kişilerdir. Yani ince elenip sığ dokunacak bir konudur.
Nasıl olmasın hem kendimizin hem de kentlerimizin geleceği mevzu bahis.
Ülkemizde bu işe bakan bir Yüksek Seçim Kurumu var. Kurumun binlerce çalışanı, uzmanı, danışmanı bulunuyordur muhtemelen.
Tüm il ve ilçelerde temsilcilikleri ve bilgi belgeleri vardır. Öyle gözden kaçacak bir noktanın olabilme şansı biraz uzaktır.
Bizler için hiçbir anlamlı olmayan bir evrakın eksikliğinin tespit edilmesi, adaylık sürecinin sona ermesi anlamına geliyor.

Bence çok yerinde bir durum.
Zira kentlerimizi de kendimizi de teslim edeceğimiz kişiler “Bu yükümlülükleri yerine getirme yetisine sahip olmalılar.”
Bu böyle olunca hem her önüne gelen adaylık başvurusunda bulun(a)muyor, hem de her başvuru öyle herhangi biri tarafından kabul edilmiyor.
Peki böylesi durumlarda aday adaylarından neler istenmektedir?
Her şeyden evvel “Adli sicil ve arşiv kaydı” lazım. Yani “sabıka kaydı.” Başvuruda bulunacak kişilerin adli olarak bir sorunlarının olup olmadığının belgesi.

Ondan sonra askerlik yaptığına dair durum belgesi,
Nüfus kayıt örneği,
Kimlik fotokopisi,
Başvuru formu,
Diploma örneği,
İki adet biyometrik fotoğraf.

Bazı partiler başka evrak da isteyebilir ama kahır ekseriyetle bu evraklar lazım.
Sonra bu evraklar bir dosyaya konur ve başvuru yapmak istediğiniz parti teşkilatına teslim edilir. Parti teşkilatları tüm başvuruları alıp bulundukları yerin Yüksek Seçim Kurulu’na teslim ederler.
Sonra Yüksek Seçim Kurulu, bu verilmiş dosyaları tabiri caiz ise didik didik eder ve içlerinden seçimlere katılma yeterliliğine sahip olmayanları, muhatap olan partilere bildirirler. Partiler de düzenleme yapıp son halini teslim ederler ve seçim yarışı başlayıp seçimler olur. 
Yani Yüksek Seçim Kurulu’nun bu liste alış-verişi sırasında verdiği son karar, tartışmaya kapalıdır.
Buraya kadar anlaşıldı sanırım.

Evet anlaşıldı.
Ama bu durum son yıllarda Türkiye’de böyle işlemiyor.
Ya da Kürt seçilmişlere mi işlemiyor demeliyim bilemedim.
Mehmet Sıddık Akış Hakkari’de, Abdullah Zeydan Van’da, Ahmet Türk Mardin’de, Gülistan Sönük Batman’da, Ahmet Özer Esenyurt’ta, Cevdet Konak Dersim’de başvurularını yapıp “evet aday olabilirsiniz” yazısını aldıktan sonra seçimlere girdiler ve kazandılar. Tıpkı Akdeniz, Halfeti, Ovacık, Siirt ve Bahçesaray belediye başkanları gibi.

Sen kalk seçilme yeterliliğini kazan. Bir sürü zaman ve para harca, seçim bölgenin her metrekaresine ayak basmaya çabala, insanların sorun ve dertlerini dinle dinlemekle kalma yetki alman halinde bu sorunlara nasıl çareler üreteceğini anlat ve insanları ikna et.
Olmadık sorunlarla karşılaş. Hele muhalif bir partiden aday olup o kimliğin de varsa akıl almak mobbingler, yasaklamalar ve manipülasyonlar.
Neyse tüm bunlara rağmen kazanıyorsunuz ve zaman kaybetmeden hizmete ve verdiğiniz sözleri hayata geçirmeye başlıyorsunuz. Ve devam etmek istiyorsunuz.
Ama olmuyor. 

Yani seçilme yeterliliği bilgisi ve belgesi almış bu seçilmişlerin, görevlerinden alınmasının başka nasıl bir izahı olabilir bilemedim?
Madem görevlerini yapmalarına yönelik bir engel varsa, niye başvuru sırasında bu söylenmedi ve ‘RED’ cevabı verilmedi.
Buradaki yanlış kimindir bilmemizde fayda var.

Zira seçim dediğimiz durum, Demokrasinin olmazsa olmazıdır ve belirlenmiş süreler zarfında yapılır.
Eğer bu garabet duruma bir çözüm bulunmazsa mütemadiyen böyle mi devam edecek?
Seçime girmek için başvurular, başvurulara olumlu cevaplar ve bir süre sonra görevden almalar.
Çocuk oyununa dönmüş bir durum.

Pardon, çocuk oyunlarının da bir kural ve kaidesi var.
Diyelim ki seçimler sonrasında bir suç işlendi, o zaman da yine seçilmişlerden oluşan Meclis üyelerinden biri yine seçim yoluyla göreve gelebilir. Atama yoluyla yapılan görevlendirmeler oy kullanmış yurttaşların iradesine saygısızlıktır.
Yetmiyor, atanmış biri “Bu garabet sonrasından görevden alınan seçilmişlerin yerine oturuveriyor.”
Sonra da demokrasi ve özgürlükler ülkesi hikayeleri dinliyoruz.
Şimdi Yüksek Seçim Kurulu’na soralım; “Sence de bir sorun yok mu?”
Bilgenin Sözü; “Demokrasi güzel şeydir.”