Hayatın her alanında geçmişe olan özlemi dile getiririz. Haksız da değiliz. “Nerede o eski bayramlar, nerede o eski komşuluklar, nerede o eski çocukluklar, nerede o eski ramazanlar” diye başlayan sözlerle eskiyi mumla arayan özlemden dem vururuz.

Sahi nerede kaldı o günler?

Biz o günleri apartmanlara, sitelere, gelişen teknolojiye, yeniliklere gömdük.

Güvenlik sorunu olmadan sokaklarda akşama kadar oynar, bir şişe suyu 5 kişi paylaşır, salçalı ekmeği Dünya’nın en lezzetli yemeği gibi yerdik.

Annelerimiz bir yere giderken ev anahtarını komşulara teslim ederdi.

O gün evde bir çeşit yemek pişse bile sofrada en az 3 çeşit yemek olurdu. Herkes bir tabak fazla pişirir, komşusuna gönderirdi. Kimse zorla bir görev üstlenmezdi, herkes gönüllü, tahammül seviyesi yüksek, anlayışlıydı. Şimdilerde yüksek apartmanlara göçtük. Çoğumuz kapı komşumuzu tanımıyor, hatta tanımaya dahi çalışmıyoruz.

Sur içinde eski avlulu evleri gördünüz mü hiç?

Yazıyı yazarken Alipaşa Mahallesi’nde, 10 odalı avlulu evi hatırladım.

Her odasında bir aile yaşar, tuvaleti ortak kullanır, çoğu da kapısını kilitlemeden uyurdu.

Akrabalık bağı olmayan 10 aile, gerçek ailesi gibi yaşardı.

Ortak kullanım alanı olan avluda biri öksürse diğeri bir bardak su ile gelir, hasta olanın başında bekleyen bir hasta yakını kadar üzgün düşerdi.  

Bayram ziyaretleri laf olsun diye yapılmazdı, içtenlik ve vefa duygusu etrafı sarardı.

Kimse kimsenin kusurunu aramaz, muhtaç olana yardım eli uzatılırdı.

Biri vefat ettiğinde televizyon açılmaz, yas tutanın maneviyatı artsın diye şarkı söylenmez, sükûnet hâkim olurdu.

Özcesi yasa ortak olanlar acıyı beraber yaşardı.

Zaman değişti, akrabalık, dostluk ilişkileri zayıfladı.

Şimdilerde ölünün ailesine başsağlığı dilemek lütuf oldu. Yas evine giderken süslenip püslenmek, takıp takıştırmak ‘moda’ oldu.

Acısı olana saygıyı yitirdik.

Yetmedi, kimin acısı daha büyük diye acıları yarıştırdık.

Eskiden yaşam eminim bir çoğumuz için yokluk ve mücadele ile geçmiştir. Ama o günlerden bahsederken gözlerimizin içi güler, burnumuzun direği sızlar.

Güzellikleriyle yad ederiz eskiyi; kötü anıları pek hatırlamayız. Yokluğun bile güzellemesini yaparız. Çünkü yokluk bize halden anlamayı, paylaşmayı öğretmiştir.

Can Dündar’ın çok sevdiğim bir sözü vardır; “Eskiden insanlar sevilir, eşyalar kullanılırdı. Gün geldi eşyalar sevilir, insanlar kullanılır oldu.”

Ne çok şeyi özetliyor aslında bize bu söz.

Saygıyı, samimiyeti, güveni, empatiyi yitirdik. Bundandır eskiye olan özlem.

Evet yenilikler oldu, çoğu şey aynı kalmadı. Hayat standartları değiştikçe biz de değişime mahkûm olduk. Değişimler, yenilikler hayatın olağan akışıdır, şarttır tabi.

Ama her değişim, her yenilik güzel değildir. Belki de değişen tek şey insanlığa olan yaklaşımımızdır.

Ben de size sormak isterim sevgili okurlar; “Eskiler mi güzeldi, güzellikler mi eskidi?”