Günaydın Türkiye. Günaydın sevgili okurlarım. Sadece ekmekten, sudan, elektrikten, temel gıda maddelerinden KDV, ÖTV ve benzeri vergi alırsanız, maaşlara ne kadar zam yaparsanız yapın enflasyonu frenleyemezsiniz. Yoksulluğu ortadan kaldıramazsınız.

Ünlü Alman şair Bertholt Brecht, “Halkın Ekmeği” şiirinde şöyle diyor:
“Bilin ki, halkın ekmeğidir adalet.
Bakarsınız bol olur bu ekmek,
Bakarsınız kıt,
Bakarsınız doyum olmaz tadına,
Bakarsınız berbat.
Azaldı mı ekmek, başlar açlık,
Bozuldu mu tadı, başlar hoşnutsuzluk boy atmaya”
 
Özellikle son 20 yıldır, cahilleştirmek için türlü, türlü yöntemler uygulanmış olan Türkiye halklarının Brecht’in şiirinde dediği gibi bir “adalet” talebi olup olmadığından emin değilim; ancak cahilleşen halkın talebi olsa da, olmasa da bu dünyanın merkezidir adalet.
 
Sadece halk için değil, iktidarlar için de mihenk taşıdır. İktidarların gücü konsolide ederek kendinde toplaması ile adalet arasında ters bir ilişki vardır. Yani güç tek elde toplandığında, adalet işlevini ve gücünü kaybeder.
 
Adaleti sembolize eden Adalet Tanrıçasının gözleri niye bağlıdır?
Bir elinde terazi, bir elinde kılıç tutmasının anlamı nedir?
Gözlerin bağlı olması “herkese eşit” yaklaşımın,
terazi “doğru karar vermenin”,
kılıç ise “kararların keskinliğinin” ifadesidir.
Adaletin bu 3 metaforu üzerinden Türkiye’ye bir bakalım:
Şu anda istisnai olarak ve her türlü baskıya rağmen tarafsız kalan, herkese eşit davranan az sayıdaki hakim ve savcıları bir yana bırakırsak, günümüz hakim ve savcıların gözleri fıldır fıldır dönüyor. Temel kriter, kimin iktidara yakın, kim uzak olmasına bağlı. “Doğru karar verme” uzun zamandır nostalji oldu. Çürüme başladı mı, alın birini vurun ötekine. TÜİK’in fiyatlar konusundaki sihirbazlığı neyse, adalet saraylarında “adil karar verme” meselesi de aynı akrobasidir. “Kararların keskinliği” ise bir kişinin nabzına göre şekilleniyor. Selahattin Demirtaş’a keskin, Osman Kavala’ya keskin, Hizbullah sanıkları için, mafya için, “iyi çocuklar” içinse neredeyse okşama kıvamında...
Hangi alanda adalet bitmedi ki, vergide de bitmemiş olsun.
Türkiye tam bir asgari ücret ülkesi olmuş. Oysa ki adı üstünde, bu ücretin istisnai olması gerekir ama gel gör ki ülkenin yarısı asgari ücretten çalışıyor. Buna rağmen Şimşek hala vatandaşın midesinde çakıyor.
Sabit gelirlinin maaşına zam yapınca bunu çıkarmak için ÖTV, KDV’ye zam yapıyorsunuz.
Yani bir elden verdiğiniz diğer elden avuçla geri alıyorsunuz.
Olan yine sabit gelirliye oluyor. Küçük esnafa oluyor.
Yaptığınız zammın bir anlamı olmuyor.
Siz emekliye, memura, işçiye zam yaptıkça hem siz vergilere zam yapıyorsunuz, hem de esnaf da bunu fırsat bilerek sattığı mallara çoğu kez daha çok zam yapıyor.
Yine olan garip sabit gelirli bizlere oluyor.
Neden mi?
Ekmeği, suyu, elektriği; benzeri tüketim maddelerini fakir de tüketiyor, zengin de tüketiyor.
Gelen zamlar sabit gelirliye bir elden verilirken diğer elden avuç avuç alınıyor. Tabii ki bu zengini etkilemiyor. Ama sabit gelirlilerin belini büküyor. Ki bükülecek bel kaldı ise…
Yani adil bir vergi sistemi getirilmedikçe bu yoksulluğu sabit gelirliye yapılan zamlarla düzeltemezsiniz.
Sadece enflasyondan nemalanan güruhu mutlu edersiniz.
Ayrıca yapılan zamların ölçüsü de yanlış.
Ne demek yani emekliye %25, çalışana %30 artı 8000 tl
Yani emekli ekmek yemiyor mu, su içmiyor mu, elektrik yakmıyor mu, doğal gaz kullanmıyor mu?..
Bunda mantık nerede.
Sakın yanlış anlaşılmasın memura çok verdiniz demiyorum asla…
Ben emekliyi mağdur ettiniz diyorum.
Eşitlik ilkelerine aykırı davranıyorsunuz.
Ben bir kesimi ölmeyecek kadar yesin, diğerine ne olursa olsun deniliyor diye düşünüyorum.
Devam edeceğim.
 
&
 
Tolstoy’dan hepimize öğütler
         “Öyle horozlar vardır ki, öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar.”
 
 İyi bir hafta geçirmeniz dileğiyle.
Dostça kalın.