Kucağında bir kutu ile Diyarbakır Adliyesi’nden çıkan bir adam beliriyor.

Önce kapıyı aralıyor ardından küçük adımlarla dış kapının hemen önündeki ağaçların gölgesine geçiyor.

Yüzünde acı yok, mahzun bir sevinç de.

Kutuyu yere bırakıp telefona hemen sarılmasından kendisinden haber bekleyenlerin olduğu anlaşılıyor.

Telefonu kapattıktan sonra bir araca binip oradan uzaklaşıyor.

Adı Ali Rıza Arslan.

Erzurum’dan Diyarbakır’a gelmiş.

Kutuda taşıdığı ise 7 yıl önce Sur’da hendek ve barikat olaylarında hayatını kaybeden Hakan Arslan var.

Emniyet’te Hakan Arslan’ın hem arandığı hem de ailenin kayıp başvurusu var.

Arslan ailesi, Sur olaylarından önce kayıp başvurusu yaptığı oğulları için hep haber beklemiş.

Yıllar geçip, haber çıkmayınca Sur’da bulunan sahipsiz cenazelerden birinin oğluna ait olabileceğini düşünmüş.

DNA örnekleri verip İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan haber beklemiş.

Oğlunun yaşıyor olabileceği umudunu hep korurken, DNA örneklerinin eşleştiği haberi gelmiş.

İstanbul Adliyesi de kemikleri kargoya verip Diyarbakır Adliyesi’ne, aileye teslim edilmek üzere gönderilmiş.

Sonuç; yazının başındaki tablo yaşanmış.

O babaya ölü birine ait kemikleri teslim edenler düşündüler mi hiç acaba?

Allah muhafaza, aynı kaderle karşılaşmış olsalardı ne yaparlardı acaba?

Hani vicdan, nerede kaldı insanlık?

Müslüman olmasa da ölüye saygı İslam’ın bir gereğidir sözü nerede kaldı?

Hadislerde vardır.

Kays İbn-ü Sa’d anlatıyor:

– Önünden bir cenaze geçtiğinde Allah’ın Resulü ayağa kalkıtı. Sahabiler tarafından o, bir Yahudi ölüsüydü, Ya Resûlellah!

Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

– O da bir can taşımıyor muydu? (Buharî Cenaiz 50)

Toplumun vicdanını yaralayan bu görüntülerde, “görevi kötüye kullanma” ve “kişi hatırasına saygısızlık etme” suçu vardır.

Bu ve benzeri bir tablonun ülkemizde yaşanmaması dileğiyle.

Saygılarımla