14 Mayıs’ta seçmen sandık başına gitti, tercihini yaptı. Fakat tartışma bitmedi, aksine daha da alevlendi. Demokrasi şöleni olarak tabir edilen seçimlerin ardından son yıllarda yaşanan ‘şaibe’ tartışmaları tekrarlandı. Seçimin kaybedeni büyük oranda yine anket şirketleri ve her iki taraftan ‘farklı kazanacağız’ iddiasında bulunanlar oldu. Seçmen parlamentoyu şekillendirdi. Şimdi 28 Mayıs’ta cumhurbaşkanını seçecek.
2018'deki seçimlerde 344 milletvekili çıkaran AK Parti ve MHP’nin içinde bulunduğu Cumhur İttifakı, yaklaşık yüzde 4 oy kaybetti, ancak 323 milletvekili kazanarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde çoğunluğu elde etti. Bu rakam özellikle Anayasayı değiştirmek için gerekli olan 360 sayısına ulaşmadığı gibi referanduma götürmek için gerekli olan 330’u da yakalayamadı.
2018’e göre yüzde 35 oy alan CHP ve İYİ Parti’nin içinde bulunduğu Millet İttifakı 212, yüzde 10,5 oy alan Yeşil Sol Parti ve Türkiye İşçi Partisi’nin içinde yer aldığı Emek ve Özgürlük İttifakı ise 65 milletvekili kazandı.
Önceki seçime baktığımız zaman milletvekilliği seçimlerinde en yüksek oy kaybını AK Parti yaşadı. CHP oylarını yüzde 3 artırdı, fakat listelerinden aday gösterdiği ittifak partilerinin ayrılmasının ardından sandalye sayısı önceki döneme göre düşmüş olacak. İYİ Parti ve MHP oy oranlarını korurken, Yeşil Sol Parti listesinde seçime giren HDP de yaklaşık yüzde 3 oy ve 6 milletvekili kaybetti.
Bu tabloya göre AK Parti, CHP, MHP, Yeşil Sol Parti ve İYİ Parti Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grup kurabilecek. HÜDA-PAR, Demokratik Sol Parti, Türkiye Değişim Partisi, Yeniden Refah Partisi ve Türkiye İşçi Partisi ise ittifaklar içinde yüzde 7 barajını aşarak parlamentoda temsil olanağına kavuştu.
Tek tek partilere baktığımızda AK Parti 21 yıllık iktidarın verdiği yorgunluk, sürekli kadro değişimi, Fetullahçı Terör Örgütü veya Paralel Devlet Yapılanması ile yıllarca süren işbirliğini 15 Temmuz Darbe girişiminden sonra sonlandırması, ekonomideki büyük çöküş, dış politikadaki U dönüşleri, göçmen-mülteci sorunu, onca doğal afette büyük oranda başarısızlık, HDP aracılığıyla PKK ile yürütülen ‘Barış’ sürecinin sonuçsuz kalması, HES’ler-JES’ler ile yok edilen yeşil ve tarihi alanlar vs. vs. onca başarısızlığa rağmen ancak iktidara geldiği 2002’deki oy oranına indirilebildi.
CHP’ye gelince; çok partili tarihi baktığımız zaman solun ülkedeki oy oranının genelde yüzde 35 bandında olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla iktidara gelebilmek için bunu artırmak ya da sağ partilerle ittifak yapmak gerekliliği ortaya çıkıyor. Bunun bilincinde olan Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’de büyük bir değişip başlattı. Ancak bir kıpırdanma olsa bile oyları istediği orana yükselmedi. Tüm bunlar ülkenin kurucu partisi CHP’nin milliyetçi damlara karşı ürkekliğini atamadığını, ürettiği politikaları seçmene yeterince anlatamadığını, parti içinde süre gelen hizipçilik geleneğinin devam ettiğini, parti içinde herkesin sonsuza kadar görev yapmak isteme arzusunu bulunması, iktidarın yanlışlarını yeterince anlatamadığını vs. vs. gösteriyor. Dolayısıyla bu da süre gelen muhalefette kalma geleneğini sürdürmesine neden oluyor.
MHP’de ise durum bildiğiniz gibi. Ülkenin konjonktürüne göre inişli-çıkışlı dönemler yaşıyor. İşine geldiği zaman susuyor, işine geldiği zaman ses tonunu tehdide varıncaya kadar yükseltiyor. İçinde bölünmeler, fikir ayrılıkları, ihraçlar olmasına rağmen ülkücü geleneğin katı kurallarını uyguluyor. Fakat her halükarda sorumluluk almazsa bile belirleyici olup yandaşlarına iktidarın nimetlerini sonsu derecede sunmasını çok iyi beceriyor.
İYİ Parti ortaya çıktığında sağdaki boşluğu dolduracağı tahmin ediliyordu. Yeni bir AK Parti, yeni bir DYP veya yeni bir ANAP olacağı sanılıyordu. Aslında sağ ve milliyetçi gelenekten gelen Meral Akşener ilk etapta yaptığı çıkışlarla hem AK Parti’nin hem MHP’nin korkulu rüyası olmayı başardı. Ancak içindeki dalgalanmayı bir türlü bastıramadı. Son olarak partisini Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne taşıyan CHP ve onun lideri Kılıçdaroğlu'na sırtına dönerek sert bir açıklama ile 6’lı masadan kalkıp sonra da pişman olup dönmesi ile kendisine büyük zarar verdiği gibi Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanlığı seçiminde istediği ‘oy’a ulaşmasına da büyük ölçüde darbe vurdu.
Emek ve Özgürlük İttifakı’nın lokomotif partisi konumundaki HDP veya Yeşil Sol Parti, hatırı sayılır oy kaybı yaşadı. Bunda HDP’nin kapatma davası büyük etki oldu. Son dakikada Yeşil Sol Parti ismiyle seçime katılma kararı alan HDP kolay toparlanamadı, seçmenini organize edemedi, yeterli politika üretemedi, sandıklara yeterince sahip çıkamadı, bölgede oylarının MHP'ye kaydırıldığını iddia etti. En önemlisi de süre gelen aday tespiti oldu. HDP yani Yeşil Sol Parti seçmeni artık tanıdıkları, bildikleri ve bölgeden adayların listede yer almasını istiyor, ‘Kimi aday yaparsak kazanır’ mantığının kendilerine dayatılmamasını istemiyor.
Parlamentoda tablo şekillendi. Şimdi sıra cumhurbaşkanlığı seçiminde. Cumhur İttifakı ve Erdoğan kazanarak iktidarını sürdürmek ve yarım kalan düşüncelerini uygulamak istiyor. Millet İttifakı ise en azından cumhurbaşkanlığını kazanarak denge-denetleme görevini üstlenmek arzusunda.
Yüzde 5.17 oy alan Ata İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Sinan Oğan ve ittifakının büyük partisinin lideri Ümit Özdağ, ülkeden çok kendi geleceklerini düşünerek ele geçirdikleri avantajdan en iyi şekilde yararlanma peşinde kapı-kapı dolaşarak pazarlık yapıyor.
28 Mayıs’ta kim kazanır. Erdoğan ile Kılıçdaroğlu arasındaki fark belli. Bu fark kolay kolay kapanır mı, zor görünüyor. Ancak Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’nın 3 alternatifi var.
Birincisi sandığa gitmeyen 6 milyon 700 bin seçmenden 2,5 milyonunu sandığa götürmek ve kendisine oy vermesini sağlamak, ikincisi geçersiz sayılan 1 milyon 36 bin 565 oyun üzerine 1 milyon 500 bin oy daha alabilmek, ya da Sinan Oğan ve Ümit Özdağ’ın isteklerine boyun eğmek.
Bir başka olasılık daha var. Bu olasılık en önemli olanıdır kanımca. Seçmen parlamentoyu belirledi. Şimdi de cumhurbaşkanını belirleyerek denge sağlayabilir. Bu dengenin sonucuna göre de bir erken seçim yaşanabilir.
Sevgiyle kalın.