Geçmişten günümüze insanlar hep bir yaratıcı arayışında olup, bir inanca mensup olmuşlardır. Ben kimim? Nereden geldim? Yaşamam için sebep ne? Sorularını belli bir yaşa gelen herkes kendi mantığı çerçevesinde düşünmüştür. Elbette bu düzenin, bu evrenin, senin, benim ve bizim bir yaratıcımız var. Bugüne kadar var olan, kaybolan, değiştirilen tüm dinlerin ve inançların var olma sebebi de bu değil midir? İnsanın kendini, yaratıcısını ve bu yaşamda hizmet edebileceği bir amacı araması…
İnançlar, insanoğlunun sorularını çoğu zaman yanıtlar. Fakat bazen dinler, inananlar için yaşaması zor ve kandırmaca olabiliyor. Her insan kendi seçtiği inancı yaşamakta özgürdür. Ama bazen inandıkları dini yaşarken o dinin bağnazı haline gelebiliyor.
Alamut Kalesi’nde sahte cennet yaratan Hasan Sabbah inançlarını kullandığı gençleri cennet vaadiyle kandırıp kendine fedai etmemiş miydi?
Din değiştirilmediğinde, yorumlanmadığında açık, net ve tertemizdir. Mesele dinler değil aslında, dini kendi çıkarları için kullananlardır. İnançlı insanları sömürmekten hiç çekinmeyen bu şarlatanların sayısı hiç de az değildir.
Reformdan önce Orta Çağ’a baktığımızda “Tanrı’nın tek temsilcisi kilisedir” anlayışı mevcuttu. Papalar kendilerini Hz. İsa’nın yeryüzündeki temsilcileri olarak tanımlıyorlardı. Halkın sorgulama ve İncil’i okuma şansları yoktu. Kilisede hiyerarşi sistemi mevcuttu. Halk fakir durumdayken, din adamları halkı sömürerek elde ettiği gelirlerle oldukça zengindi. Reform hareketini başlatan Martin Luther, yazdığı “Doksan Beş Tez” kitabında, İncil’de yazmayan fakat din adamlarının halkı sömürmek için kullandıkları endüljans satışını eleştirmiştir. Endüljans satışı; kiliselerin cennetten toprak sattığını iddia ederek, halktan para toplamasıdır. Din adamları çoğu zaman halkın dini inançlarını kullanarak kendini var etmiş ve zenginleşmiştir.
Evet Orta Çağ’dan çıkıp günümüze ve İslam dinine bakalım. Farklı bir inanç ve farklı bir tarih ama ben değişen pek bir şey görmüyorum. Yine zengin ve son model arabalara binen din adamları ve açlık sınırında inançlı bir halk. İnandığımız dinin önderi Hz. Muhammed’in hayatına bakın, lüks bir yaşam sürmemiştir. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” demiş. Peki koskoca Peygamber böyle yaşarken, O’nun bize müjdelediği dini bugün bize anlatanların neden bu denli zenginlikleri var? İnandıkları dinden, örnek aldıkları Peygamberden, okuyup anlattıkları hadis ve ayetlerden hiç ders alıp utanmıyorlar mı? İslam dini israftan kaçının demiştir. İsrafın en alasını verdikleri iftar sofralarında, oturdukları saraycıklarda, bindikleri araçlarda yine bunlar yapmıyor mu?
Bu toplum inançlarıyla sömürülmeye o kadar alışmış ki sahtekarlara adeta davetiye çıkarıyor. Şeyhi, cemaati, tarikatı, hocası, şifacısı. Dinde yeri olan kutsal kitaplar ve peygamberlerdir. İslam dini insanlığa apaçık gönderilmiş bir dindir. Bu dinin ne bir tarikata ne de şeyhe ihtiyacı yoktur. Dini gönüllü bir biçimde yaymak isteyen, güzellikleriyle anlatan, kullanmayan insanlar elbette vardır. Fakat dini maddi olarak sömüren, saptıran, kendi menfaatlerine göre şekil verenler de maalesef var. Onlara fırsat vermeyin, inancınızı kendiniz okuyun, anlayın. Yaradan ile aranıza başka bir kul, bir aracı koymayın.