Hani şimdilerde çokça popüler oldu ya batı yakadan apartılmış kelime ve cümlelerle işi allandılara-ballandıra anlatmak. Aynen öyle! Misal, tutturmuşlar “gastronomi”yi! Halbuki daha düne kadar gastroenteoroloji diye bir bilimi ve mide-bağırsak şikayetiniz varsa kısadan “gastro”yu bile yurdum insanı telaffuzda sorunluydu.

Şimdi ise en sıradanımız bile gastronomi ile oturup, kalkıyor! Yetmez, gece istihareye yatıp, sabah gastronom olarak uyanıyor. O da yetmiyor “boğazlar meselesi” konuşulunca içinde gastronomi kelimesi geçmeyen cümleye dudak büküyor(uz)!

Neyse bu kadar gastro muhabbeti yeter deyip artık yetinerek mutfak kültürü ve muhabbeti deyip öyle devam edeyim.

Ailenin biri “şark hizmeti” nedeniyle Diyarbekir’e tayindar olmuş. İlk günler ah u vahla alışamamak ile geçse de zamanla alışmışlar. Diğer her bir şeye alıştıkları gibi şehrin mutfağına, damak tadına da alışmışlar.

Ama bulgur pilavı ile ilk tanışmaları çok ilginç ve zor olmuş. Evin kadını akşam eşine demiş ki; “Bu Diyarbakırlılar tuhaf, bulgur pilavını kurtlandırıp öyle yiyorlar. Bugün komşu yaparken gördüm, bulgurun içinde şerit şeklinde kurtçuklar vardı. Ayıp olmasın diye de sormadım.” Eşi de “sor niye böyle yapıyorlar. Her bir şeyleri lezzetli, belki vardır bir hikmeti.”

Ertesi gün kentin tayinli memur konuğunun eşi sormuş komşusuna mevzuyu; “siz pilavı kurtlu mu yiyorsunuz” diye.

Önce anlamamış, sonra gülmüş şehirli. Ve başlamış bulgurun içindeki “kurt”un hikâyesine. O kurtçuk değil şehriye’dir hele bir kaç gün sabır et, seni bir muhabbete davet edeceğim göreceksin kurt-kurtçuğun hikâyesini.

E, olacağı bu sanki! Kart-kurt edebiyatı ile bir halkı isimlendirmeye alıştırılan-şartlandırılan bir iradeye inanıp ikna olunca şehriyeli bulgurun kısmetine de “kurt” düşmüş oluyor zahir.

Günü gelmiş, şehriye kesme gecesi konuk kadın da şehirlinin yanında oturmuşlar o bazalt taşlı kadim evlerden birinin divanhane misali baş odasına. Yavaş yavaş başka kadınlar da gelmiş odaya. Genişçe bir u düzeni oluşturarak herkesin birbirinin yüzünü görebileceği bir düzenli oturma hâli. 

Bembeyaz bir yaygı seriliymiş orta yerde. Baş köşedeki ev sahibinin her bir konuğun hâl hatırını sormasından sonra yanındaki küçük bakır tencereden avuç içi büyüklüğündeki küçük ve yağlı hamur topaklarını oturduğu yerden adlarını ünleyerek kadınlara atmaya başlamış. O küçücük hamur topaklarına eşpah dendiğini de öğrenmiş yabancı konuk. Hamuru elinde tükenen her konuk iki elinin avuç içini birbirine çarpınca ev sahibi ona bir eşpah atıyormuş.

Maniler, sözler, kelamlar, arada güzel sesli kadınların içli şarkıları da eşlik etmiş o buluşmaya. Şerbetli, ikramlı bir gece buluşması olmuş. Tenceredeki ve avuç içlerindeki hamur topakları bittiğinde cemaatteki kadınların hızlı ve ritmik aralıklarla iki parmak arasında inceltip kırarak orta yerdeki bezin üzerinde bir görsel şölen oluşturmuşlar.

İşte budur demiş sevgili konuğuna şehirli kadın; “senin bulgur içinde görüp kurtçuk dediklerin bunlar, yani bizim şehriyemiz…”

Ve yıllar yıllar sonra o şehriye olarak kırılan hamur topaklarına ad olan eşpah, erkek kadın herkesin gündelik lügatında da yer almış. Birkaç muhabbet ehli, sözün tıkandığı anda sözünün ehli cemaat erbabından birine “hele bi eşpeh at da söz açılsın neşemiz yerine gelsin…” demeyi alışkanlık haline getirmiş.

Eşbah’ın Diyarbekir jargonunda telaffuzu “eşpeh”tir. Ekşi sözlüğe göre doğrusu eşbah! Şen, şakrak neşeli kişilik imiş.

Geçtiğimiz hafta sonu DİTAV Kültür Sanat Evi’nde “Amida Akademi Buluşmaları” ekseninde eşpahlar atılıp şehriye kırılıp-kesildi. Ve adına “modern” denen tuhaf zamanlarda unutulmaya yüz tutmuş bir şehir geleneği yeniden vücut bulmuş oldu…