Aslında alt başlık olarak da biraz uzun olmakla birlikte “hafızayı geriye sararak an’a dair bir soluklanma mekânı” demek daha şık olabilirdi sanki!
Çok çok önceden meydanda asırlık çınar ağaçları vardı. Ve etrafı alçak bir ihata duvarı ile kuşatılıydı. Ve hatta Cezeri ustanın sekiz asır önce yaptığı güneş saatinin de 1930’lara kadar o meydanda olduğunu sonra cami avlusuna taşındığını fotoğraflardan biliyoruz. Diyarbakır’ın kavurucu yaz sıcağında bile çınarların gölgesinde o meydan kahvesinde oturup dinlenmek, evet mümkündü.
Sonra, evet sonra meydan deşildi, dibine rezil ucube bir yeraltı pasajı yapıldı. Bir süre dükkanlar doldu, işledi de. Sonra o pasajdaki dükkanlar birer ikişer kapandı. Büyükşehir Belediyesinin oradaki dokuz dükkanı da dahil hemen tümü işlevsiz kalıp kapılarına kilit vuruldu.
Meydanlık yerin üzeri önce taş, sonra beton, daha sonra da yükseltilerek bir daha beton ve orta yeri de sözde estetize edilerek kalın cam yapıldı.
Şimdilerde pasaja inilen dıştan camekânlı iki köşedeki merdiven boşluğu seyyar satıcıların işgali altında. Meydanlık beton alanın üstü de akşama doğru güneş devrilince bir tarafındaki çayhanenin işgal benzeri oturma mekânı.
Pasaj ve üstü meydan yapılmadan, yani doksanlı yıllara kadar 6 bin yıllık kadim ibadet mekânı Ulu Camisi’ne (eski Mar Toma katedrali, öncesinde pagan tapınağı) yedi basamakla iniliyordu. (Çok çok öncesinde hiç merdiven basamağı olmadığı düz ayakla yoldan avluya girildiği ifade ediliyor). Şimdilerde üst beton meydan örtüsü nedeniyle dört basamak daha eklenip onbir basamakla iniliyor caminin girişteki avlusuna.
Sanırım caminin tarihçesini anlatmamı istemiyordur okur! Çünkü hikaye meydana dair. Ama şu kadarını söyleyeyim ki; tarihine, kültürüne, kimliğine, mirasına hatta inançsal değerlerine saygılı hiçbir toplum böylesine kıymetli bir eserine böyle bir saygısızlığı ve ilgisizliği reva görmez. Çünkü dünyada bir tek Şam’daki Emevi Camii ile kıyaslanabilecek bir mekânsal manzumenin ana giriş kapısından söz ediyoruz.
Keşke Diyarbakır Büyükşehir ve Sur Belediyeleri oraya ortak bir projeyle el atıp o meydanı, altındaki pasajla birlikte yıksa!
Gazi Caddesi’nden Ulu Cami’nin tam ana giriş kapısına denk gelecek kapıyla eşitlenen bir geniş yol yapsa. Caddeden bakınca camiinin kapısı ve avlusu görünen, düz ayak yürünen, hatta bebek arabalı ve engelli araçlarının da rampasız sürülebileceği merdivensiz bir yol olsa. O yolun sağı solu da çiçek tarhlarıyla bezenip süslense ve caddeden yürüyerek avluya girilebilmiş olsa…
Sahi belediyenin peyzaj mimarları bir proje yapıp, mülkiyet kendilerinde değilse, ilgili birime sunsa ve gerçekleşse ne güzel olur…