Serenat deyince büyük çoğunluğun aklına hemen o sahne gelir. Sanki sinema filminden bir parçadır serenat.
Gece vakti ay ışığında evin avlu ya da bahçeye yukarıdan bakan oda veya balkonunda güzel bir kadın vardır. Bahçedeki erkek elindeki gitarıyla ya da çıplak sesle serenat yapmakta, aşk şarkıları söylemektedir.
Bizim serenat adı üzerinde yasaklıydı zaten! Ol sebepten tahmin edersiniz ki böyle zuhur etmedi, farklıydı. Bizim Serenat’ın önünde bir de “Yasak”lı bir hâl vardı ya!
Üstüne üstlük serenat yapmak için seçilen mekân da sanki bizlere anlatılan anlamdaki serenat’lara pek de uygun olmayan bir inanç / ibadet mekânı, kadim bir kilise; Diyarbakır’daki Surp Giragos Ermeni Kilisesiydi.
Varsın, olsundu! Gidip, görüp, izleyip, bakacak ve ona göre karar verecektik.
Adının önüne “yasak”ı koyan Serenat’ın icracısı, Müslümanlaşmış Ermenilerden artık epeydir vaftiz olup tekrar asli kimliğiyle anılan sanatçı Stepan Epremyan’dı.
Pazar günü şehrin sanki erken gelmiş güneşli baharının yaşandığı Şubatın son haftasonu doluşmuştu davetliler Ermeni dünyasının en büyük kilisesi Surp Giragos’un görkemli ayin bölümüne…
Her ayinde ruhanilerin konumlandığı orta bölümde bu kez küçük bir sahne düzeni vardı. Kare beyaz perdeye, önce Sayat Nova’nın görüntüsü düştü. Sonra diğerleri; Hrant Dink ve bütün kurbanlar: Samuel Epremyan, Artun Asaduroğlu, Ayda, Sami, Alex (Tabaş ailesi), Medine, Arzu, Ömer (Köşkar ailesi), Hakan, Erol (Bakırcı ailesi)
(İlhami Yürek ailesi), Seher Helvacı, Zilan Tigris, Sevag Balıkçı, Hayk Nişan, Sarkis Hatspanian, Mıgırdiç Margosyan…
Yaklaşık yirmi dakika süren ve önceden hazırlanmış hüzün müziğine zaman zaman eski sesler de katılarak görsel hüzünkâr ruh hali şekillenmiş oldu.
Sonra Stepan udu ve sazıyla arkadaşı Önder Işık duduk’la bir saate yakın çalıp söylediler parçalarını. Ermenice, Kürtçe ve Türkçe’ydi seçilen parçalar.
Klasikleşmiş şarkılar öyle “keyfe-keder” parçalardan oluşmuyordu tabii ki. Hemen tümü coğrafyanın bağrının kah sürgünler-yerinden yurdundan edilmeler, kah kalleş bir kurşunla öte yakaya göçertilenler, kah insanın açgözlü ihtirasıyla doğanın felaketine mevzuyu bağlayıp katline sebep olduklarına sahiden yasak serenat’a dönüşen hüznün müzikal haliydi akıp giden…
Şehrin mimari kimliğine her yönüyle müdahil olan ve aslı; ateş-magma olan koyu gri bazalt taş, bilenler bilir ki soğuğu bedenine nüfuz ettirir. Öylesine ki insan tekini adeta titretip kendine getirir (mi).
İşte öyle de oldu nitekim. Stepan Epremyan sesine ve sazına eşlik edip duduk üfleyen arkadaşı Önder Işık’la sıraladı şarkıları; Öle Kardaş öle, Surp Giragos, Hoy Nazanım, Kamancha, Xemilî Zozan, Sari Gyalin, Kime Ne, Bingöl, Kar mı yağmış şu Harput'un başına ve Muş, Van, Dersim, Sasun, Ararat, Dikranagerd’e ait Ermeni şarkılarından oluşan tadımlık bir potpori…
Sonrası, sonrası mı? Ne siz sorun ne de ben söyleyeyim! Günün sonunda kendinden bir parçayı mekânda bırakarak ayrılmış oldu(k) cemi cümlemiz…
26 Şubat 2024 Diyarbekir
Şeyhmus Diken