Demir şişlerle örülü pencereden özlemle dışarı bakıyordu. Karşıdaki sitede salıncaklı, tahterlili oyun parkı vardı.
Ama oraya gidişi imkansızdı. Çünkü kapı kapalıydı. Çünkü onu oraya götürecek hiç kimse yoktu.
Oysa dört yaşında bir çocuk olarak, toprağa basmak, koşmak, zıplamak ve arkadaşlarıyla şakayla karışık oynamak istiyordu.
Dışarılarda oynamak neden tehlikeliydi?
Neden koşmasından, zıplamasından korkuyorlardı?
Çünkü dışarıda oynaması bu betonla işgal edilmiş kentte nerdeyse imkansızdı.
Çünkü ebeveynleri öyle istiyordu.
Çünkü şehir çocuklar için güvenli değil deniliyordu.
Başını pencereden içeriye çevirdi. Odayı izledi. İçinden özgürce zıplamak geldi.
Çünkü o bir çocuktu. Kim ona engel olabilirdi? O özgürce atlarken sağlıkta ticarete malzeme olacağını bilemezdi.
O özgürce atlarken birilerinin performans puanına malzeme olacağını bilemezdi.
O özgürce atlarken, toplumsal bir yaranın parçası olacağını bilemezdi.
Ve kanepeden halıya zıpladı. Ne olduysa o anda oldu. Kendini yerde buluverdi. Bacağı şiddetli ağrıyordu. O ağrıyla yürümeye çabaladı. Ancak ağrıdan kımıldayamıyordu. Kendinden geçinceye kadar ağlamaya başladı.
Çok sonra annesinin kucağında gözlerini açtı. Onu hızlıca bir hastaneye götürdüler. Kalabalıkta, hasta sırasında, bağırış çağırış ve kavgalar arasında, havasız dar koridorlarda annesinin kucağında sürekli gezdirdiler. Babası da gelmişti. Annesi ağlamaklı haliyle,
“Oğlumuzun sağ bacak kemiği kırılmış diyorlar. Buradaki doktor alçıya alıp gönderelim dedi. Ama sonra gelen doktor ameliyat edeceğiz dedi. Kemik yanlış kaynar. Sonra ameliyatı zor olur dedi.”
Baba hala derin derin düşünüyordu.
“Bu genç nerden bilsin? Hoca olan daha iyi bilir. Ameliyat demişse yapacağız.”
Belli ki ameliyata alacaklardı. Babası hızlıca gitti. Onun borç harç peşinde olduğunu anlamıştı. Ve “neden zıpladım” diye kendine kızıyordu. Annesinin kucağında babasını çok zaman beklediler. Çok sonra babası geldi.
“Tekrar sordum. Ameliyat şart diyorlar. Ama sıra da varmış. Hoca farkını verirsek hemen yapacaklarmış” daha.
“Çocuğumuz için ne gerekiyorsa yapalım. Bıçak parası isterlerse onu da verelim.”
“Bıçak parası değil dediler. Ameliyatı erkene almak için masraf diye alıyoruz dediler. Yaptığımız yasal dediler. Özele götürsem daha çok para alırlar. Zaten zor durumdayız. Onlar çocuğumuz için her şeyi yapacağımızı iyi bilirler. Bıçak ya da başka bir şey, parayı vereceğiz işte. Malzemeci altınla çalışıyormuş dedi. Bir tek ona bozuldum. Çok sıkışacağız. Çocuk evde uslu otursaydı bu parayı da vermezdik. Sen de çocukla ilgilenmiyorsun zaten.
Evet her şey yapmaya hazırlardı. Çünkü yaramazlık yapan çocuklarının iyileşmesini istiyorlardı. Sağlık sistemi hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı. Ameliyatın gerekli olup olmadığına karar verecek bir iradeleri yoktu. Sonuçta dört yaşında bir çocuk ameliyata alınacaktı.
Belki onca hasta içinde ilk muayene eden doktor haklıydı.
Belki de bacağı tespit edip alçı yetecekti.
Ama o ev içinde oynamaya çalışırken hata etmişti. Babası nasıl uslu uslu her dediklerimi yapıyor ve borçlanıyorsa, o da evde uslu uslu oturacaktı.
Sonra malzemeciler geldi. Ve sonra ameliyat edildi.
Ertesi günün akşamı hastaneden çıkarlarken kapıda onu muayene eden genç doktoru gördü. Belli ki kendisi hakkında konuşuyorlardı.
“Artık yeter istifa ediyorum. Dün acile dört yaşında bir çocuk getirildi. Alçı ile gönderecektim. Maalesef onu malzemeciler ve uzmanların elinden kurtaramadım. Çocuğa anestezi yüklediler. Ameliyat yaptılar. Böyle onlarca kişi var. Aileler ya bilmiyor ya da sistemden korkuyorlar. Tek bildikleri en alttaki biz hekimlere saldırmak. Biz de ameliyat çarkının bir parçası olmuşuz. Ben artık bittim.”
“İstifa ile sadece kendini rahatlatacaksın.”
“Evet sadece kendimi rahatlatacağım. Cerrahi branşlardan uzak duracağım. Ama bu çocuğun da hikayesini yazacağım. Belki bir işe yarar!”
O doktorun istifa edip etmediğini bilmiyordu. Ama hikayeyi yazacağından emindi.
Ve öğrendiği bir şey daha artık çocukça zıplayamayacağıydı.