Çocukluğunun bayramlarında aklında kalanlardan biri küskünlerin barışmasıydı. Mesela, herkese çabuk kızan, çabuk darılan ve uzun süre küs kalan emektar babası, bayram namazı dönüşünde önce evdekilerin sonra tüm komşuların bayramını kutlar, dargın olduklarıyla samimice barışırdı.
Bayram biter, yaşamın çelişkileri başlar, dargın zamanlar yine başlardı.
Evet bayram dargınlarla barışmanın bir vesilesiydi. Günümüzde ise dargınlara vesile olduğundan emin değildi. Zaten artık çocuk değildi ve çevresini gözlemleyecek sosyal konumda da değildi. Yine etrafında çok barışık insanda bulunmuyordu.
Hekimlerin bayramı denilen bir ön dört mart sabahı işe başlayacaktı. Mesleğiyle dargın olduğunu hissediyordu. Yıllarca mesleğinden kopartılmıştı. Yıllar önce arkadaşlarıyla eğlendiği bir ortamda önce arkadaşlarının imalı bakışlarını fark etmişti. Sonra internetten işten atıldığını öğrenmişti.
Dışarıda mesleğini yapacak koşulları bulunmuyordu. Diplomasını kiraya vermek istememişti. Yine diploması üzerimden magazinsel işlere de girişmemişti. Özel sektörde birkaç deneme sonrasında yeni koşullarda mesleğiyle barışık yaşamayacağını fark etmişti.
Çünkü çalışmasının mesleki ilkelere aykırı oluşu gerçeğinden kaçıyordu.
Ve sonraki günlerde mesleği dışında işlerde çalışmaya başlamıştı.
Mesleğiyle neden dargındı?
Mesleğini neler engellemişti?
Diğerleri gibi neden çalışamıyordu?
Bu sorulara yanıt bulamadan bir gün geldi mesleği dışında yaşamasının zorluğuna yenildi.
Çünkü çalışmak zorundaydı. Önce özel sektörde kaldığı yerde işe başlayacaktı. O dönemde hukuksal süreçler sonucunda eski işine dönme imkanı onu daha da heyecanlandırdı.
İşe yeniden başlamak için özellikle 14 Mart’ı seçmişti. Eskilerin yaptığı gibi bayramda dargın olduğu her şeyle barışmak istiyordu. On dört mart ona yeni bir sayfaya vesile olabilirdi.
O sabah heyecanla önlüğünü giydi. Gözlüklerini taktı. Stetoskobunu boynuna astı.
On dört mart diğer bayramlar gibi tatil günü sayılmıyordu. Kimi meslektaşları bugünü bir protesto günü olarak karşılıyordu. Bugünü grev günü ilan etmişlerdi. Greve karşı değildi. Hak veriyordu. Ama ilk iş günüydü. Ve yeni bir başlangıç yapmak istiyordu.
Heyecanla masasına geçti. Muayene masasını ve bilgisayarı kontrol etti.
İçeri elinde tespihle bir adam girdi. Önüne bir kaç yırtılmış ilaç kutusu bıraktı. Sonra cep telefonunu da önüne bıraktı. İlk hastasına şaşkın şaşkın baktı
“Buyurun?”
“Bu ilaçlar yazılacak!”
“Ne şikayetiniz var?”
“Hasta ben değilim. Telefonda TC’si yazıyor.”
“Hasta nerede?”
“Evde?”
“Niye gelmedi?”
“Hastaydı gelemedi.”
Başını kaldırdı. Öfkeli, tespihli adama baktı.
“Zaten buraya hastalar gelir. Muayene olmak için gelir.”
“Çok uzattın. Dışarıda araç bekliyor. İşim gücüm var.”
İlaç kutularına baktı. Biri antibiyotik, ikisi de ağrı kesiciydi. Sonra cep telefonuna baktı. Kimlik okunamıyordu.
“Kimlik numarası okunmuyor. Eksik çekmişsin. Burada on rakam var. Aslında hastayı görmeden ilaç yazmam doğru değil.”
Adam birden öfkelendi.
“Körsün, doktorluk yapıyorsun!”
O anda içeri başka biri girdi.
“Acelemiz var bizim. “
“Sen ne istiyorsun?”
“Ben de ilaç yazdıracağım. Birde gelmişken silah ruhsatı raporu alacam.”
Yerinden kalktı. Kapıdaki kalabalığa baktı. Kendisini kalabalıktan koruyacak hiçbir güvenlik önlemi yoktu. Onlarla tartışma vahim sonuçlara yol açabilirdi. Uzak ara verdiği mesleğine, bıraktığı yerden, aynı meselelerle geri dönüyordu.
“İçinizde gerçekten muayene olacak kimse var mı?”
Kalabalıktan ses çıkmadı. İçeride ki adam öfkeyle
“İlacımı yazmayacak mısın?”
“Hayır!”
“Neden?”
“Çünkü bugün grevdeyim!... Çünkü bugün 14 Mart!”