Eğitim öğretim süreçlerinde bir genç hekim olarak olmayacak durumlarla son sınıfta karşılaşmıştı. Ve öğrencilik sonrası asistanlık ona gerçekten görünmüştü.
Neden zor görünüyordu?
Neden uzmanlık eğitiminde asistanlar bu kadar ağır disiplin altında çalışıyordu?
Ve gerçekten uzmanlık eğitiminde hoca asistan ilişkisi onu çelişkilere sürüklüyordu.
Hocalar bu katı disiplini eğitim için mi yapıyordu?
Yoksa bu disiplin sistemi yöneten zihniyetin parçası olma hissiyle şahsi iktidar alanlarının bir tezahürü müydü?
Talimatlı öğretici yaklaşım onu rahatsız ediyordu. Sadece onu değil bir çok asistanı rahatsız ediyordu. Bilimsel tartışmalar kısıtlı hatta hiç yoktu.
Zaten talimatlı öğretme zamanları da kısıtlıydı. Zamanlarının çoğu hem randevuların hem de hocaların fark ücretli özel hastaları ile geçiyordu.
Ama her koşulda disiplin diye ağır kurallar vardı. Bu haksızlıktır diye sessiz düşünenler hocalarca ruh hastası muamelesi görüyordu. Asistanlar zor durumdaydı. Ya kabullenip biat ediyor ya da istifa edip gidiyordu.
Ama kendisi gibi arada olanlar vardı.
Ne biat edebiliyor ne de istifa edebiliyordu.
Arada kalmıştı ve sanki mobbingin sevdiği bir kul hekime dönüşüvermişti.
Ama mobbing ile sevgisi karşılıksızdı. Sıkı nöbetler, angarya işler, uykusuzluk. asosyalleşme, yalnızlaşma sürgit ağırlaşıyordu.
Bu sistemle ancak sistemin hekimi olacaktı. Oysa türkü tadında hekimlik yapmayı hayal etmişti.
Nihayet ihtisas süresi sona eriyordu. Ona aylardır baskı yapan hocası artık yeterliliği imzalayacak ve asistanlık kabusu nihayete erecekti.
Olmadı, hocası yeterliliğini imzalamadı.
Şimdi ne yapacaktı?
Belki bırakıp gitmeliydi ve yıllarını yaşamamış saymalıydı.
Belki de kalıp mücadele etmeliydi.
Ama nasıl mücadele edecekti?
Bunun için hiç yol yordam bilmiyordu. Meslek örgütüne ve sendikalara hep uzak kalmıştı. Aslında uzak olması istenmişti.
Her iki fikir arasında bocalıyorken arkadaşı yeterliliğinin imzalanması için hoca ile görüşme önerdi.
İstemese de kabul etti.
Birlikte odasına geçtiler. Sürekli telefon görüşmesi yapan ve arada mesajlaşan hocası yüzüne hiç bakmıyordu. Çünkü öğrenciye değer veren bir öğretiye karşı birisiydi.
“Benim yeterliliğimi neden imzalamadınız?”
Orta yaşlı tıknaz hocası başını kaldırdı.
“Benden hesap mı soruyorsun?”
“Hakkımı arıyorum.”
“Ne hakkın varmış senin?”
“Gece gündüz çalışıyorum. Verilen her görevi yapıyorum.”
“Demek ki yetmemiş. Belki unuttuğun bazı görevlerin vardır.”
“Ne gibi? “
“Bugüne kadar algılamadıysan çıkabilirsin?”
“Nasıl çıkayım. Çoluk çocuk sahibiyim. Geleceğim söz konusu…” derken nutku yutkunuverdi.
Hocası öfkeli ve aşağılar bakışlarla ona baktı. Bakışlarından titremeye başladı.
“Elimi öpersen bir büyüklük yapıp yeterliliğini imzalarım!”
Gerildi. Bunu fark eden hocası.
“Kızma evladım. Senin büyüğünüm. Baban sayılırım. Biz burada bir aileyiz. Ben olsam hocamın elini öper hayır duasını alırdım...”
Gerginliği devam ediyordu.
“Seni zorlamıyorum. İyi niyetimden, alışkanlık gereği söyledim” dedi zoraki gülümsemesiyle. Sonra “Seni yetersiz gördüm. Buna itiraz edemezsin. Çünkü ben senin hocanım. Belki senin için dünyanın sonu olabilir. Zaten senin psikolojik sorunların var…”
Daha çok titredi. Daha çok öfkelendi. Kişiliğine açıkça saldırılıyordu. Nihayet arkadaşı tarafından oradan uzaklaştırıldı.
Onun için her şey bitmişti. Ve o anda gerilimi bitirmeye, belki de her şeyi bitirmeye karar verdi. Bu baskıyla bir gün bile yaşayamazdı.
Aylardır bir bilim insanından, bir hocadan ziyade otoriter bir babanın evinde yaşamış gibiydi.
Ve her şeyi bitirmek için atağa kalktı. En zayıf tarafına yüklendi. Gözlerini acilde açtı. En son hatırladığı içindekini hızlıca alıp nihai sona varmak için ilaç ampullerini kırdığıydı. Anlaşılan arkadaşlarının zamanında müdahalesiyle kurtulmuştu.
Ama bir daha bunu yapmayacaktı.
Çünkü yalnız olmadığını fark etmişti. Yanı başında meslektaşları, meslek odası ve sendikası vardı.
Eğitim süresinde ilk defa birileri onun için bir şeyler yapıyordu.
Ve ilk defa sosyalleştiğini hissediyordu
Ve de artık otoriter hiçbir elin sahibine ‘el öpenlerin çok olsun’ demeyecekti ve dedirtmeyecekti.