Minibüs ana yoldan inşaat sahasını andıran bölgeye sallanarak girdi. Daha çok inşaat araçlarının üzerinden geçtiği asfaltsız yolda, onları toza dumana maruz bırakarak epey ilerledi. Çalışacağı özel klinik metropolün taşrası sayılabilecek bir yerdeydi.

Şoförün uyarısı ile özel klinik yazan tabelanın önünde iniverdi. Çoğu inşaat alanı sahada kurulu kliniğin daha çok işçilere sağlık hizmeti vereceğini düşündü. Çünkü etrafta konut sayılabilecek mekan sayıca çok azdı. 
Kliniğe girdiğinde, önce bir masanın yanında oturan orta yaşlı adama kendini tanıttı.

“Ben Dr. Heybedin. Muhyeddin Bey siz misiniz?”
“Muhyeddin Bey içeride dikiş atıyor. Oturun lütfen” diyerek, ona yer gösterdi.
Demek ki kliniğin patronu kendisi gibi bir doktordu. Buna çok sevindi. Küçük salonda heyecanla beklemeye başladı. Bir süre sonra keçi sakallı göbekli, orta boylu, fötr şapkalı biri yanında eli sargılı, işçi olduğu her halinden belli biriyle oturduğu salona girdi.
“Borcumuz ne kadar?” dedi eli sargılı genç adam. 
“Yedi dikiş attım. İkisi benden beş dikiş parası bir milyar alırım. Pansumanlardan ayrıca ücret almıyoruz.”

Adam sağlam elini cebine attı. Parayı uzattı.
“Bu kadar çıktı. Üstünü sonra veririm” dedi.
 “Sorun değil. Yarın pansumana gelmeyi unutma.” 
Adam parayı cebine attıktan sonra mutlu bir şekilde ona gülümsedi.
“Hoşgeldiniz doktor bey. İşçi çalışırken kendini kesmiş. Mecburen ben diktim…”

Mecburen derken ne anlatmak istiyordu? Yoksa tartışarak ayrıldığı diğer klinik sahibi gibi bu da mı doktor değildi? 
“Mecburen derken… Siz doktor değil misiniz?”
“Buradakiler bana doktor diyor. Tabii ki diyecekler. Çünkü burada yaşayanların sağlık sorununu çözüyorum. Ben olmasam on kilometre ötede devlet hastanesine gider sıra beklerler. Özele de gidemezler. Burada yaşayanlar çok fakirdir. Görüyorsun kimse para da veremiyor.”
Yalan söylediğinden emindi. Yedi dikiş attığını söylemişti. Bu mantığa sahip adam kesin fazla dikiş atar diye düşündü. Ama borçla iş yapması, parası ödenmeyen dikişi sökmemesi de dikkat çekiciydi. Bir önceki klinikte bu yüzden işten ayrılmıştı. 
Yine de dayanamadı, sordu.
“Sizin esas mesleğiniz nedir?”
Klinik sahibi bu soruya karşı ayağa kalktı. Önce cevap vermedi. Sonra, 
“Esnafım. Ama sağlıktan da anlarım. Askerde sıhhiyeciydim” dedi. 
Buraya neden gelmişti? 

Elbette çalışmaya gelmişti. Eleştirdiği sağlık sistemi yüzünden işsiz kalmıştı. Şimdi o sistemin en kötüsüne hizmet edecekti. 
Ondaki hoşnutsuzluğu fark eden adam 
“Hoşunuza gitmedi galiba Heybeddin Bey. Sen bilirsin. Kimseyi zorla çalıştırmam. Ama çalışırsan birlikte çok para kazanırız. Dediğim gibi bu bölge de hiçbir sağlık kuruluşu yok. Yazın buralar daha da kalabalıklaşıyor. Az ötede deniz var. Burada nüfus da hızla artıyor. İnşaatlar bunu gösteriyor. Belki ileride burayı birlikte hastaneye dönüştürürüz. İyi düşün, burada gelecek var doktor bey” dedi gülerek.
O anda içeri oldukça bitkin biri girdi. 
“Çok halsizim abi. Griptir nedir beni perişan etti. Bir şeyler yap. Çabucak ayağa kalkmam lazım.”
“Sana bir atom yaparım. Hemen toparlarsın.”
Yeniden ayağa kalkıp içeri doğru baktı. 
“Methiye bir atom serum hazırla.”
Hasta içeri doğru girdi.

Atom serum ne demekti? İlk defa duyuyordu. Merak içinde hastanın peşinden gitti. Methiye denen beyaz önlüklü bir kadın önce serumu hazırladı. Yatağa uzanan adama boş serumu taktı. Sonra ayrı ayrı beş ampul kırdı. Teker teker seruma kattı. Atom diye bir nevi doping yapıyordu. Aklına ilk gelen hastanın anaflaksiye girme ihtimali oldu. 
Yanı başında Muhyeddin’i fark etti.
“Seruma bu kadar ilaç katmak adama kısa sürede iyi gelebilir. Ama tedavi etmez. Üstelik şoka girme ihtimali de var. Anaflaksi gelişirse burada onu kurtarmayabilirsin.”
“Ne dediğini anlamadım. Ama bu serum herkese iyi geliyor. Her gün onlarca yapıyoruz. Bugüne kadar da bir şey olmadı.”
“Olan zaten bir defa da olur.”
“ Sen buraya neden geldin?”
“Haybeden geldim işte.”

Dışarı çıkmaya çalışırken patron sesini yükseltti. 
“Ya bir soluklan Haybedddin Bey, pardon Heybeddin Bey! Çayımızı iç. Zaten minibüste şimdi yoktur. Soğukta epey beklersin.  Eğer işe başlarsan, siz varken zaten ben hiçbir hastaya dokunamam. Sana en başta mecburen dikiş attığımı söylemiştim.”
Durup durmayacağını bilemedi. Kararsızdı. 
Belki adam söz verdiği gibi davranacaktı. Belki de kendisi bir süre sonra bu şartlarda adama benzeyecekti. Ayrılamadı. Sonuçta çalışmaya ihtiyacı vardı.
“Haklısın. Bir çay içelim bari” dedi ve sandalyeye çömeldi. 
“Ha şöyle bir soluklan doktor bey.”
Haberlerde sarı serumdan birinin ölümü, kliniklerin fiili olarak kurulduğu, denetimlerin olmadığı, sağlığın ticarileştiği, onlarca malpraktis olaya tanık olduğu, paranın altı sıfırlı olduğu yıllar öncesine, bir anısına götürmüştü. 
Elbette sarı serum sadece bir ayrıntıydı. Mesele sürece engel olamamaktı. 
Ve mesleğini ve de toplum sağlığını koruma çabasının zayıflığıydı.