MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin hızına yetişmek mümkün olmuyor. Meclis açılışında DEM Partisi’nin gurubuna gitmiş ve DEM’li vekillerle tokalaşmıştı.

Sonrasındaki açıklamaları da son derece makul karşılanabilecek ifadeler. 22 Ekim’de Meclis Grup Toplantısı’nda ise çıtayı biraz daha yükselterek “Öcalan Meclis’e gelsin, DEM Grubu’nda silah bıraktığını ilan etsin. Bu dirayeti gösterirse ‘umut hakkı’ ile alakalı yasal düzenlemenin yolu açılsın. Kandil ve Edirne değil, adres İmralı’dan DEM’e uzansın ve terörü ülke gündeminden çıkartalım” dedi.

Bu sözleri duyduktan sonra masamdan sakince kalktım bir sigara yaktım ve kahvemi tek yudumda içtim.

Bir daha dinleme ihtiyacı hissettim. Ve birkaç defa daha.

Bırakın Bahçeli’den duymayı, sokakta sıradan bir insandan bile duyma ihtimalimizin olmadığı bir açıklama. Zira, “kökü kuruyana kadar” benzeri cümlelerin baş savunucusu kendisiydi yıllarca. O da değil, Bahçeli’nin açıklamasından yarım saat önce bu manada bir şeyler söyleyen herkes önce linç edilirdi sosyal medyada sonra da gözaltı ve tutukluluk süreci ile baş başa kalırdı. Tarihimiz bununla alakalı nice örnekle dolu. Türkiye’nin bir halklar mozaiği olduğu yönündeki söyleme bile “ne mozaiği ulan” cümlesiyle cevap verilen bir coğrafyada yaşıyoruz zira.

Tabi politik çelişkiler listesini uzattıkça uzatabileceğimiz bir sürü can yakıcı – can alıcı söylem var tarihimizde.

Aslında buradaki amaç Öcalan’ın serbest bırakılıp Meclis’te konuşmasının yolunu açmak değil bence. Sanırım bunu mümkün kılan bir yasal durum ve düzenleme de yok (en azından şimdilik). Bahçeli, en uç noktadan örnek vererek “çözüm” konusunda bir şeyler yapılması gerektiğini ifade etmek istedi. Zaten bu tür bir açıklamayı yapabilecek birkaç kişiden biri de Bahçeli’dir.

Tamam istedi ama elde ne gibi veriler ve çözüm önerileri var?

Korkarım ki şimdilik elle tutulur bir şey yok.

Hemen karamsar olmaya da gerek yok aynı zamanda hemen “Tamam barış geliyor” demeye de. Temkinlilik adına söylemiyorum, realistlik adına ifade etmek istedim.

Bu anlamda, CHP Lideri Özgür Özel kısmen daha net ifadeler kullandı: “Devlet Bey el yükseltiyorum. Ben de Kürtlere devlet teklif ediyorum. Tam olarak kendilerini devlete ait hissetmeyen Kürtlere, Türkiye Cumhuriyeti’nin sahibi olmayı teklif ediyorum. Kendini öteki hissetmediği tüm demokratik siyaset kanallarının açık tutulduğu, üniversitelerde öğrencilerin haklarının yenmediği, demokratik hakların dünya standartlarında olduğu bir ülke yapalım, Kürtleri Türkiye Cumhuriyeti’nin sahibi yapalım. Biz kurucu parti olarak buradayız, her şeyi hep birlikte yapmayı teklif ediyoruz. Hodri meydan.”

Evet, dünya standartlarında demokratik hakların olduğu bir ülke hayal etmek, talep etmek ve bunu yaratmak için çabalamak zor bir şey mi?

Bence değil. Ama bunu yaratmak için bir saniyelik gecikme bile yazık eder coğrafyamıza. Hele bu çıkışları kişisel ve siyasal ikbal için yapmak en hafif tabirle hem ayıp hem de yazık olur.

Demokratize edilmiş bir Cumhuriyet’te yaşamak hiç de hayal değil ve bunu yazarken bile hayatımızın nasıl renkleneceğini görür gibiyim.

Şimdi gelelim Bahçeli’nin konuşmasının altının doldurulmasına. Kendisi “çözüm” için en uçtan örnek verdi ben de en basitinden ifade edeyim birkaç şeyi.

İnsanlar bir işe başvururken en basitinden CV vermek zorundadır.

Niye?

Çünkü CV’de ne yaptığı ve neler yapabileceğine dair ikna edici ve yol gösterici ifadeler kullanılır.

Ya da bir yerden bir yere taşınacaksa, önce taşınılacak yer hakkında ortalama bilgi sahibi olunur, hane sahibi ile tanışılır, koşullar konuşulur, sözleşme yapılır ve taşınılır.

Bu kadar basittir bir sorunu çözmek. Tanımak, tanımlamak ve el sıkışmak.

Bugüne kadar yapılan tüm görüşmeler ve ateşkeslerdeki temel sorun da bu yöntemin uygulanmamasıydı zannımca. “Hele bir bakalım Allah kerim” sözü ile sorunların çözümü mümkün değildir. O yüzden şimdi ortam hazırken şunları soralım;

-Tecrit kalksın, evet de bunun için neler yapıldı ya da yapılıyor? Bilindiği üzere çok uzun bir süreden bu yanadır Öcalan hiç kimse ile görüştürülmüyor.

-Silahlar sussun, evet de ne zaman başlansın bu suskunluğa ve bu suskunluğun oluşturacağı sessizlik hangi sesle doldurulacak?

-Silahlar toprağa gömülsün, evet de nereye gömülsün var mı belirlenmiş ya da belirlenecek bir adres?

-Öcalan Meclis’e gelsin örgütü lağvettiğini ilan etsin, evet de hangi yasal dayanakla Öcalan Meclis’e gelecek ve örgütü lağvedecek? Diyelim ki geldi ve lağvetti. Ne olacak bu kadar kadrosu? Nereye gidecekler? Nasıl bir yol trafiği izlenecek?

-Umut hakkının kullanımının yolu açılsın, evet de bunun için bilmediğimiz bir çalışma var mı ya da bir çalışmanın startı verildi mi?

-Kandil ve Edirne devreden çıksın, evet de bu sorunun en önemli ayaklarından olan bu iki adres için bir çözüm önerisi var mıdır?

-İmralı ve DEM adres olarak gösterilsin, evet de bunca yıldır topluma bu iki adres konusunda zerk edilmiş o önü alınmaz “milliyetçi” duygular nasıl rehabilite edilecek?

Sorular basit bence. Öyle basit ki, basitçe verilecek cevaplar da “çözüme” dönük önemli adımlara neden olacaktır.

Evet, böylesi hayati bir konunun çözümüne dönük olumlu manada katkı sunacak herkesin ismi tarihe altın harflerle yazılacak ve kendi adıma söyleyeyim o harflerin önünde ta’zimle eğilmek isterim.

O yüzden haydi bakalım

Hayr ola

Barış ola…