Büyükannemin “efferim ji we re, ziman zîyarete hûn zimanê xwe jibîr bikin wê zîyaret xenîmê we bibe” sözünü işittiğimde küçüktüm ve evimizde herkes Kürtçe konuşurdu.

Bizi motive etmek adına sürekli böyle sözler ederdi rahmetli.
Türkçe’yi çok sonraları öğrendim.
Bu iki dil yıllardır kendi aralarında hiç kavgaya tutuşmadan, birbirinin alanını işgal etmeden, birbirini yok saymadan, birbirine “bilinmeyen dil” muamelesi yapmadan yaşayıp duruyorlar.
Karşılıklı genel bir kabul ve saygı var aralarında.

Ben buna şahidim.
Hayatımda bulunan iki dil de, dilin önem ve gerekliliğinin farkında olarak hareket ediyorlar.
Nitekim insanların kendi sosyal hayatlarını idame etmeleri için gerekli olan olguların başında dil gelmektedir.
Dile, sadece insanların birbirleriyle ilişki ve iletişim geliştirmeleri için gerekli olan bir araç olarak bakarsak eksik kalır.
Yani dil, bir halkın varlığını sürdürebilmesinin ilk basamaklarındandır.
Kullanılmayan dil, mensubu olduğu halkın varlığının da gittikçe sona ermesine neden oluyor.
Her bireyin, doğup büyüdüğü ortamdan kaynaklı bir ‘anadili’ vardır. Ve bu dili konuşup kullanması kişinin anasının ak sütü kadar helaldir.
Bu hakkın kullanılmasının önüne engel olmak ne kadar ‘hak ve adalet’ karşıtı bir durum ise, dilinin kullanılması için çaba içinde olmamak da o kadar kötüdür.

Günümüzde küreselleşme, asimilasyon politikaları ve resmi dillerin dominant yaklaşımları nedeniyle birçok dil yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalıyor.
Yok olmakla yüz yüze kalan dilleri koruma amacıyla her yıl 21 Şubat’ta Dünya Anadil Günü olarak kutlanır.
Bana çok çekici gelmiyor böylesi günler. Yani kendi anadilini korumak ve kullanmak maksatlı bir çaba içinde olmadan, neredeyse sadece yılın bir günü bunu hatırlamak çok adilce gelmiyor bana.

Dili, yürekten sevmek ve beyinde korumak gerek.
Öyle gecelere, günlerle endeksleyerek korumak bir işe yaramaz zannımca.
Kürtçe konuşan bir popülasyondan, Kürtçe anlıyorum ama konuşamıyoruma geldiğimiz bu çağda, tehlike çanlarını duymuyorsak vay halimize.
Çocuğunun ismi Kürtçe olan bir ailede hiç Kürtçe konuşulmuyor olması sadece bana bir garabet gibi gelmiyordur eminim.
“Ruken kızım bana ilaçlarımı uzatır mısın? Baran oğlum dersini yaptın mı?” cümlelerinde bu garabete denk gelebilmek mümkün.  
Sonrasında gelsin “kapı kapatmiş bike”, “yemek yemiş bike”, “pencere açmiş bike” gibi saçmalıklar.
Dili bilmek kadar korumak da önemli ve hayati bir durumdur. 
“Türkçe konuş çok konuş” sloganlarının duvarlara yazıldığı zamanlar yaşadı coğrafyamız.
Oysa, insanlar kendi anadillerini rahatlıkla konuşabilirlerse ‘çok konuşabilirler’ ve hiç kimseye zararı ziyanı olmaz.
Birleşmiş Milletler üyesi 194 ülkeden 113’ünde birden çok resmi dil vardır.
Mesela resmi verilere göre Hindistan’da 36, İtalya’da 11, Güney Afrika’da 10 resmi dil var. 8 Dilin resmi olduğu İran’da ve 4 resmi dili olan Irak’ta hiçbir zaman ‘dil savaşı’ yaşanmış değil.

Sadece bu ülkelerde değil, dünyanın neredeyse hiçbir yerinde ‘dil’ ile alakalı bir çatışma ve kavga yaşanmamıştır.
Ben duymadım.
Ama işte bizim ülkemizde bu durum hep bir korku ve tehdit unsuru olarak var olagelmiş.
Mevcut anayasanın 3. Maddesi Resmi Dil Türkçe’dir diyerek, son noktayı koymuş oluyor.
Ama bu çok da anlaşılır bir durum değildir. Nihayetinde Türkiye’de hatırı sayılı oranda Kürtçe konuşan bir Kürtler de varız. Ve dilimizi korumak, kollamak ve konuşmak en tabii hakkımız olmalıdır.
Ana dilleri başka olan insanları da es geçmiş olmayayım ki onlar için de haktır.
Son yıllarda dil üzerindeki bu baskıların hafifletilmesine dönük kimi yaklaşımlar oluyor ama bunun ‘yasal’ bir hale getirilmesi gerekmektedir. Bu durum hem Türkçe dışında ‘ana dili’ olan yurttaşları rahatlatacak ve hem de bu konu bir ‘korku ve tehdit’ unsuru olmaktan çıkmış olacaktır.  

Eylül 2012’de yayımlanan bir yönetmelikle, Milli Eğitim Bakanlığı’nın müfredatına yabancı dil kontenjanından yaşayan dil ve lehçe adı altında Kürtçe seçmeli dersi girdi.
Yeterli mi?
Elbette ki hayır.
Ama yeterli değildir diye elimizin tersiyle itecek miyiz?
Elbette ki hayır.
Nasıl ki devletlerin, tüm dillere karşı olumlu ve korumalı bir yaklaşımda olmaları gerekiyorsa kullanıcıların da bu nispette ana dillerini öğrenmek ve aile içinde kullanılır hale getirmek için çaba içinde olmalıdırlar.
Yönetmelik gereği, 17 Şubat’a kadar okullarda ‘Seçmeli Ders’ konusunda kayıtlar devam etmektedir.

Bu yetmeyen ama ciddiyetle sahip çıkmamız gereken durum için çaba içinde olmalıyız. Öylesi bir yoğunluk olması yasal ve anayasal düzenlemeleri de beraberinde getirecektir.
“Ya benim bir çocuğum var, bir kişiden bir şey olmaz” demek, dil duvarımızın tuğlasından birini eksik koymuş olduğumuz anlamına gelmektedir.
Evet, dilimizin duvarını sağlama alıp o duvarı daha kullanışlı hale getirmeliyiz.
Çocuklarımızın, bu yönetmelik çerçevesinde ‘Kürtçe’ dersini seçmeleri için biz ebeveynler de istekli ve fail olmalıyız.
Aksi takdirde büyükannemin dediği gibi; “Dil ziyaret gibidir. Dilinizi unutursanız ziyaret çarpar sizi.”
Haydi okullara,
Haydi çocuklarımıza Kürtçe ders seçmelerine.
Bilgenin Sözü; “Dil bilgisi bilgeliğe açılan kapıdır.”