“Acı ile alakalı bir kaygın yoksa ve bir zararın kenarından dahi geçmemişsen atıp tutarsın tabi” diyen bilge, çok doğru ve yerinde bir ifade kullanmış.
MEHMET RUMET SOYLU
Doğruluğu bir yana, ifade neredeyse coğrafyamızı ve günümüzü tarif etmeye görevli gibi.
Hepimizin malumu, ‘Barış’ diye muhteşem bir şeyden bahsediyorlar.
Bu bahis bile nicelerimizin, bu çatışmalı sürecin kıyısından köşesinden zararını görmüşlerimizin yüreğini titretmeye yeterli geldi.
Hayata geçilmesi halinde neler yaşayacağımızı tahmin bile edemiyorum.
Bu işin ne zaman başladığını, nasıl yürüdüğünü, hangi koster ile İmralı’ya gidildiğini, kimleri kapsadığını, bunca zamandır niye harekete geçilmemiş olduğunu, kaç sayfalık mektubun geldiğini, Cumhurbaşkanının ne dediğini, Bahçeli’nin kimi telefonla aradığını tartışma konusu yapmadan elleri semada olan anne ve babaların gözyaşlarını siliyorum.
“Vileda saplı her şeyi bildiğini zannedenler” 3-5 kuruş maaş ve bir ekran ya da köşe kapmak, sırf kişisel ikbal adına konuşa dursunlar, biz barışın hayata geçişinin ihtimalinin bile muhteşemliğini düşünelim.
Yazıyı böyle sonlandırmak istedim ama bilgisayarımın ekranına yüzlerce mesaj, tweet, post falan eklenip durdu.
Hemen hepsi de ‘yerinde sayanlardan’ ibaretti maalesef.
Çok iyi anlıyorum onları. Hemen hepsi de ‘ellerinden pek bir şey gelmeyenlerdir’ genelde.
Her iki taraftan insanlar ‘taviz-vaat’ yarışına girmişler.
Vatan elden gidiyor, neler vaat edildi, kimler serbest kalacak, nasıl bir hukuksal düzenleme olacak, siyasi olarak ne aldık, bunca zaman bunun için miydi?
Baş döndüren ve can sıkan daha birçok soru.
Mesela pek az kimse ‘ne olacak bilmiyorum ama bir daha insanların ölmesine ve doğanın tahribatına ve farklılıklar arasındaki nifaka ve kararmış bir geleceğe yol almak zorundalığına tanık olmayacağız’ diyor.
Çünkü her kes başka bir havada.
Böyle olunca da bu defa ‘Barış’ lafı havada kalıyor.
Herkesin birbirine şüpheyle baktığı bu son ‘süreçteki’ bu durum yetmezmiş gibi edep dışı yaklaşımlar da başladı.
Mesela kendi kimliğini terk etmiş olmaktan mutluluk duyan (nasıl oluyorsa o mutluluk bilemedim) bir kadın spiker, Öcalan’ın barışa dair mektubunun okunduğu canlı yayında, mektubun ilk Kürtçe okunmasından hoşnut olmadığını ifade eden söz ve tavırlarla tepkisini gösterdi. Gerçi sonradan çark etmeye çalıştı ama içindeki gizli kini kusmuştu ve biz de buna tanık olmuştuk.
Bir başkası, ‘müzakere olmaz, silahlarını teslim etsinler, gelsinler özür ve af dilesinler, Türk mahkemelerine başvursunlar (o mahkemeler ki, sıradan bir dava bile yıllarca sürebiliyor ve birçok sonuç pek çok kişiyi mutlu etmiyor) ve onlara verilecek cezaya razı olsunlar.
‘Ya Sonrası?’
Sonrası ‘yandı bitti kül oldu…’
Başka başka birisi de, “Nasıl güveneceğiz bunlara? Bunlar hiç güvenli insanlar değil. Bu vatanı kimselere böldürtmeyiz, istemeyen gitsin Irak’ın Kuzeyi’ne…”
Tabi çıtayı daha da yükseltenler var ama siz okuyucu dostların tansiyon ve şekerinin yükselmesine sebep olmayayım.
Mesela bu tip kişileri dinleyenlerin hiçbirinin tanıdığı ya da akrabası yok mu ki ‘yahu nedir bu içindeki kin ve nefret’ sorusunu sorsun?
Yok mu cüsseleri koca fikirleri minnacık bu insanlara; “coğrafyası talan edilen, dili yasaklanan, gelenek ve görenekleri yok sayılan, çoluk çocuğuna kendi diliyle konuşmasına müsaade edilmeyen, köyünün-mezrasının-kasabasının adı değiştirilen, cezaevlerinde olmadık uygulamalara tabi tutulan, on binlerce faili meçhulle meşgul edilen, yerini yurdunu terk etmek zorunda bırakılan, sürgün yollarına revan olan, toprağından uzaklarda ölmek zorunda kalan insanlar bize GÜVENİYOR da biz niye güvenmeyelim” diyecek biri?
Hakikaten yok mu?
Demek ki yok. Yazıklar olsun vallahi.
Bir de ‘sosyal medya icat oldu mertlik bozuldu’ lafını doğrularcasına çabalayanlar var ki, maazallah.
Reel hayatta selam verip alacakları 4 kişisi olmayanlar, sosyal medya aplikasyonlarında, o 4 kişinin öcünü alırcasına mahlas isimle hesaplar açıp ‘işkembe-i kübra’dan atıp tutarlar.
Ne ellerini tutan var, üstelik ne de ellerinin ayarı.
Niye olsun ki, sonuçta sıcak odalarında, bazen de konforlu iş alanlarında ve ellerinde herhangi bir içecekleriyle üstelik reel hayatlarını etkilemeyecek bir mahlas isimle dünyayı kurtarma yarışına girebiliyorlar.
Ama kullandıkları dil ve argüman, dünyamıza zehir zerk ediyor çoğu defa.
İşte o kişiler bazen de gündemi belirleyebiliyorlar maalesef.
Ortaklaşa çalışarak birilerini ‘hain’ ya da ‘kahraman’ ilan edebiliyorlar.
Bazen, ‘vurun aslanlarım’ benim diye başkasının çocuklarını kan ve kine sevk edebiliyor, bazen de ‘yok sayın falan şeyi’ diyerek kimi yer ve kişilere zarar verebiliyorlar.
Çok garip bir dünya.
Çok garip insanlarız.
Ve bence tedaviye ihtiyacımız var.
Hepimizin hem de.
Peki tüm bunlarla birlikte şu soru gelmez mi aklımıza?
Bunca şey yazılıp çiziliyor ya sonra?
Sonrası yok bu işin.
Acıyı ve zararı onlar görmedikleri için, her konu hakkında mutlak bir düşünceleri vardır.
Bu düşünceleri bilimsel midir? HAYIR
Akla ve izana yakın mıdır? HAYIR
Geleceğin inşası için yeterli midi? HAYIR
Nedir peki?
Barış ve huzur karşısında alerjisi olanların ruh hali.
Hepsi bu.
Mesela barış olsa, ekranlardaki birçok kişi gidip ancak pazarlarda nohut satabileceklerdir.
Konforları, koltukları, yaşadıkları iyi hayatları, ekonomik kaygısızlıkları bozulmasın da, kimin evine ateş düşüyor umurlarında değil.
Hangi eve ‘bayraklar’ asılıyor, yahut kimler ‘kahr’ olup kimler ‘yaşıyor’ umurlarında olmaz.
Yeter ki yukarıda saydığım ‘yaşam şartları’ değişmesin, eksilmesin ve kaybolmasın.
Bu tipler çok da ses çıkartırlar.
Çünkü hatırı sayılır taraftar bulmak gibi bir meziyetleri de vardır. Aslında meziyet değil, zamanı iyi kavrama hinliğidir.
Ortadoğu’da insanları bir yerlerde toplayabilmek kadar kolay bir şey yoktur.
Dini ve Milli duygular bunun için en iyi örnek.
‘Din elden gidiyor’ dediğinizde yer yerinden oynayabilir.
Yahut ‘Vatan bölünüyor’ cümlesi, önünde duran herkesi ve her şeyi yok edebilir durumda.
Toplumun kimyasının bu iki duruma hazır olduğunu bilen bu ‘mürekkep yalamışlar’, üzerine çeşitli soslar da dökerek toplumun kullanımına sunuyor.
Sonuç da, işte bu yaşadıklarımız.
Ve bu yaşadıklarımız, geleceğimizin kararması için en iyi malzemeler.
Ve bu malzemeler, bizi medeni dünyadan olabildiğince uzaklaştırır.
Ve bu uzaklık, cehennemi bu dünyada yaşamamıza neden olur.
Çare?
Avazımız çıktığı kadar BARIŞ diyebilmek.
Diyelim o halde.
YAŞASIN BARIŞ …