Cevap veriyorum; El birliğiyle ve de taammüden BİZ! “Kendimize bakar gibi bakmazsak dünyamıza, birlikte batarız da sesimizi duyan olmaz” demiş bilgenin biri.
Doğru söze ne denir ki.
Ülkemizde ve bölgemizde bir kuraklık halidir yaşıyoruz. Aralık ve Ocak aylarını bitirdik de doğru dürüst ne kış gördük ne de kar ve de yağmur.
Bu durumun bu şekilde devam etmesi demek, korkunç bir yaz yaşayacağımız anlamına geliyor.
Peki buna sebep nedir?
Maalesef ki, biz dünyalıların aç gözlülüğü, başat sebep olarak önümüzde duruyor.
Yıllar önce, iklim değişikliği ve küresel ısınma kavramlarıyla yüz göz olduk.
İşte o ‘yüzgöz’lük, geldiğimiz noktanın ilk habercisiydi.
Çılgın bir tüketim kültürü ve yarını sadece ekonomik mevzularda düşünme durumumuz, bizleri buralara kadar getirdi. Kim bilir belki şimdi yaşadıklarımızı bile mum ile arayacağız.
Peki iklim değişikliği nedir?
“Doğal iklim değişikliğinin yanında, doğrudan veya dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan faaliyetlerinin sonucunda oluşan değişiklik olarak” tanımlanır.
Dikkatinizi çekmiştir, değişikliğin doğalında oluşunun yanı sıra etki eden faktör yine biz insanlar olduğu ortada.
Ormansız bir dünyaya doğru gidiyor olmamız, açgözlü bir şekilde gelişen sanayi faaliyetleri sera etkisini arttırıyor bu da beraberinde yüzeydeki sıcaklığın artması ve iklim değişmesini beraberinde getiriyor.
İklim değişikliği, beraberinde küresel ısınmayı da getirir. İklim değişikliğinin bu kadar etkin olmadığı zamanlarda eriyen buzullar, yağan kar ile birlikte eksikliğini giderebiliyor ve bu devir daim yeterli gelebiliyordu. Ama küresel ısınma, buzulların erimesinin daha hızlı olmasını beraberinde getirdi. Bu erime o kadar hızlı ve fazla oldu ki, kış aylarında yağan kar bu eksikliği tamamlamaya yeterli gelmedi.
Bu durum, dünyamız için korkunç bir tehlike arz ediyor.
Kendi aptal egolarımız için ormanlarımızı yok ettik.
Yenilenebilir enerji kullanımından ziyade fosil yakıtları tercih ettik.
Konutlara hakkıyla bir izolasyon yapmayıp enerji tasarrufu sağlamadık.
Kendimiz tarafından yarattığımız o korkularımızın sonucu olarak, sözde korunma ve güvenlik gerekçesiyle silah alımı ve tüketimini üst seviyeye çıkarttık.
Bu silahlarla, coğrafyaları talan ettik.
Bu talan sırasında ‘havamıza’ ölümcül gazlar yaydık.
Sanayi gelişimi adına, güvenliği sağlanmamış fabrikalar.
İklim değişikliğinden bahsettiğimizde ilk aklımıza gelen konu başlıkları bunlar.
Tabi liste uzayabilir. Bu konuda bilim insanları binlerce araştırma ve milyonlarca açıklama yapmışlardır ama uyacak kimseleri görmek zor.
İklim değişikliği, insan sağlığını da birebir etkileyen bir faktör. Böylesi durumda enfeksiyon hastalıklarının yayılma hızı daha fazla oluyor.
Sıcak hava daha sık, uzun süreli ve şiddetli olacağı için hastalıklara maruz kalmak daha kolay olacağı gibi, iyileşme süreçleri de ya çok uzun süreli olacaktır ya da daha sık ölümlerle sonuçlanacaktır.
Her mevsimi zamanında yaşamazsa insanlık, tamiri zor bir dengesizlikle karşı karşıya kalabilir.
Duyuyoruz zaman zamanı ‘çöl sıcakları’ geldi diye. Adını duymak bile ürkütücü.
Aynı şekilde, ‘durmak bilmez yağmur ve boranlar’ cümlesi de dünyamızı ne hale getirdiğimizin resmidir.
İklim değişikli ve küresel ısınmada yaşanan sorunlar, havanın dengesini bozduğu için işte Ocak-Şubat’ta bahar aylarını yaşıyoruz.
Böylece, topraktan zamanında alınması gereken verim ötelenmiş oluyor. Tohumun hayat bulması için lazım olan ambiyans bir türlü oluşmayınca yakın vadede bile tehlike çanları çalınmaya hazırlanıyor.
“Topraktan geldik yine toprağa gideceğiz” sözüne bu kadar ters yaşamak sonumuzu getirecek.
Daha da ötesi ‘toprak ana’ kavramıyla bunca savaş halinde olmak, o anadan ‘okkalı bir şamar’ yemeyi de beraberinde getirecek.
Toprak anayı, iklim anayı, doğa anayı koruyalım, yoksa yeriz şamarı valla…