“Hoş geldin bebek yaşama sırası sende senin yolunu gözlüyor kuşpalazı, boğmaca kara çiçek, sıtma ince hastalık, yürek enfarktı kanser filan…”

Diyarbakır’da boğmaca ile ilgili Tabip Odası olarak attığımız farkındalık tweetinden sonra, Nazım Hikmet’in sürgündeyken yazdığı yukarıda ki şiirini hatırladım.
Boğmaca, difteri, dizeler de ince hastalık denen verem, şiirin yazıldığı yıllarda  bebek ölümlerinin en büyük nedeniydi.

Yukarıda dizelerin sahibi Nazım Hikmet gibi bir çok şair ve yazar, salgın hastalıklara dikkat çekiyordu. 

Hekimler ise sahada salgınlara karşı canı pahasına büyük mücadele veriyordu. 

Yine o yıllar da sağlıkta, her konuda olduğu gibi iki kutuplu dünyanın,  mücadelesine göre şekilleniyordu. Sağlığın hak olarak tanındığı ve ücretsiz olduğu sosyalist sisteme karşı, kapitalist sistemde sağlık hizmetlerinin kamu eliyle verilmesini zorunlu kılıyordu. 

Şiirin yazıldığı 1960’lı yılların başında batı Avrupa kapitalizmiyle bütünleşmeye çalışan Türkiye’de, sağlığın bir hak olduğunu savunan güçlü bir sınıf mücadelesi vardı. 

O süreçte Kamucu Sağlık ve Sosyal Devlet ilkesiyle 224 no.lu diye adlandırılan birinci basamakta sağlık hizmetlerinin herkese eşit ve ücretsiz sunumunu hedefleyen bir yasa çıkarıldı.   

Burada en önemli hedeflerden biri koruyucu sağlık hizmetlerini geliştirmekti. Bunun içinde halk arasında benimsenen adıyla aşılama, tıpta ki adıyla bağışıklama sistemi uygulamaya geçildi. Bunun için gönüllü kampanyalar düzenlendi. 

12 Eylül anayasasıyla işlevsizleşen ‘Tam Gün Yasası’nın avantajıyla ve işlevli sağlık ocakları aracılığıyla, doğumdan ergenliğe kadar aşı programları çıkarıldı ve uygulandı.

Bunlardan biri de boğmaca aşısıydı. Difteri ve tetanos aşısı ile birlikte karma aşı olarak programlandı. 

Sağlık çalışanları soğuk zincirlerle, en uzak yerleşim birimlerine giderek, büyük bir özveri ve bilinçle bebeklere ve çocuklara aşılar yaptılar. 
Böylece boğmaca diğer bulaşıcı hastalıklar gibi önlemi alınan, salgın olmaktan çıkarılan, oldukça nadir görülen bir hastalığa dönüştü. 

Ancak her şey yolunda gitmedi. Kapitalist sistem, 1970’li yılların ortalarından itibaren devletçi planlamalardan vazgeçerek, serbest piyasanın kuralsız egemenliği olan neoliberalizm denilen bir sürece girdi.  
Ve sağlık alınıp satılan ticari bir metaya dönüştü. Hizmet iş kolundan, ticari bir sektöre dönüştürülmeye çalışılan sağlık alanında; hasta müşteri, hastalık para demeye çalışıldı. 

1990’lı yılların başında sosyalist blokun çökmesi bu sürece ivme kazandırdı.

Sağlıktan kar elde etmek isteyen sermayedarlar hastalıkları ortaya çıkaran koşulları hızlandırdılar. 

Ve toplumu hastalığa karşı savunmasız bırakacak politikalar geliştirdiler.  

Yeni sistemi savunanlar, yani sağlıktan para kazanmaya çalışanlar için aşıların akibeti önemli değildi. 

Böylece aşılar da yeni sistemden etkilendi. Yine devletin sağlığa bütçe ayırmasına karşı çıkan sermayedarlar, aşıların üretimini de hedefledi.
Böylece aşılar da sermayenin kapsam alanına girdi. Eskiden kamunun ürettiği aşılara bu defa yerli ya da yabancı özel sektör el atmaya başladı. (Bugün aşıların ancak % 60’ı devlet eliyle üretildiğini hatırlatalım. Gerisi yerli ve yabancı şirketlerden satın alınıyor.)
Elbette değişen, kirlenen, dengesi bozulan doğamız da yeni hastalıkların ortaya çıkması kaçınılmazdı. 

Aşı programlarında olmayan ancak yeni bulunan aşılar rutin aşı takvimine  konmadı. Örneğin rotavirüs, meningokok ve HPV aşıları gibi birçok aşı takvime eklendi. Ancak aşı uygulanmadı ve ailelere ücretli olarak yapılması önerildi. 

Ücreti ödenmeyen çocuklar aşısız kaldı. Ve yeniden ölümlere yol açtı.

2020 başlarında ülkemizi ve dünyamızı kasıp kavuran Covid 19 pandemisi, aşılarla ilgili yeni bir dönemi başlattı. Henüz bağışıklanması bilinmeyen Covid 19 virüsüne karşı nasıl bir aşı üretileceği tartışması başladı. Ancak bir süre sonra aşılamanın kendisi tartışıldı. 

Sağlıkta bilim dışılığın (üfürükçülerin, muskacıların, meçhul reçetelerin vb.) gelişmesi de aşı karşıtlığını güçlendirdi. Medyanın büyük kesimi buna destek verdi. 
Ve toplumda küçümsenmeyecek aşı karşıtı hareketi gelişti. Aileler bundan olumsuz etkilendi. Maalesef günümüzde toplumda ciddi bir aşılamama durumu ortaya çıktı. 

Bugün için aşılar hala aile hekimliklerinde performans sistemine göre programlanmaktadır. 
Tam Gün yasası döneminde aşı sorunu büyük oranda çözülürken, kısmen özelleştirilmiş aile hekimliği uygulamasında boğmaca gibi uygar dünyada görülmemesi gereken hastalıklar maalesef görülebilmektedir. 

Ve maalesef varoşlar da ve kırsal kesimde ‘kalem aşı’, yani yapılmış gibi gösterilen aşı meselesi birinci basamağın hala çözüm bekleyen önemli meselelerinden biridir. 

Tüm bu süreçler de aşıların kamu eliyle üretilmesini ve planlamasını ve denetimini savunan, genelde bağışıklanmanın özelleştirilmesine karşı çıkan hekimler, meslek örgütleri ve sendikaların da aşılanmanın mücadelesini veriyorlar. 

Bebeklerin, çocukların, ergenlerin, gebelerin, kronik hastaların, riskli grupların ücretsiz aşılanmasını savunuyorlar. 

Toplumdan da bu anlamda destek istiyorlar.  

Ve şiirler 

bebeklerimizi

ateşle, öksürükle 

havaleyle değil,

güzellikle,

ve mutlulukla,

hoşgeldin diyeceği 

günleri düşlüyor…