“Bir insanın en büyük sanatı iyiliktir” sözünü duyduğumda ortaokul sıralarındaydım. Ve ne yalan söyleyeyim, bu sözün esas anlamına vakıf olacak kadar da kötülük vardı etrafımızda.
80’li yılların o korkunç ve hatırlanmak bile istenmeyen zamanları yani. Amacım tarihsel bir kronoloji çıkartmak değil.
Kötülüğü herkes bilir.
Daha doğrusu bir şekilde herkes denk gelmiştir bir kötülüğe. Böyle olunca da, insanlar otomatikman bir savunma telaşına gidiyor. Ve bu durumda ‘kötülük’ dediğimiz muhannet sürekli diri kalabiliyor.
Oysa insanlar, iyilik denilen o muhteşem olayla bir defa karşılaşırlarsa var ya, cenneti bu dünyada yaşayacaklarına kefil olabilirim.
Yazının başlığının hikayesini herkes biliyordur eminim.
Usta oyuncu Ali Sürmeli ile yapılan bir röportajın tek cümlelik cevabıydı.
Bu sözün, bir hamayıl gibi hepimizin boynunda olması gerekiyor aslında.
İyilik demişken, Diyarbakır’da bu konuda adres olacak bir gurup doktor adayıyla tanıştım.
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Genç Yeryüzü Doktorları adı altında toplanan bu arkadaşlar, 3 doktor adayı ile başladıkları bu organizasyonlarını şimdilerde 685 aktif üye ile devam ettiriyorlar. Çığ gibi büyüdüklerini anlatan organizasyonun sözcüsü Zeynel Hebun Güler ile gazetemiz için yaptığım röportaj, kendimi yeniden sorgulamama neden oldu.
Doktor adayları, şehrimizdeki dezavantajlı ve hastanelerde tedavi görmekte olan çocuklara moral vermek adına çeşitli etkinlikler yapıyorlar.
Kendi ceplerinden ya da ‘iyiliksever’ insanların katkısıyla bin bir türlü boncuk ve takı tasarımına yarar malzemeler alıyorlar. Sonra üşenmeden oturuyorlar bu malzemelerden takılar yapıyorlar.
Bunları yaparken de o çocukların hayallerini ve ilgi alanlarını öğrenip ona göre tasarımda bulunuyorlar.
Röportaj sonrası oturdum ve izledim genç arkadaşları.
Emin olun, sanki kendilerine takı yapıyorlarmışçasına bir dikkat ve emekle yapıyorlardı. “Falanca çocuk şu rengi daha seviyor. Bence bilekliğine şu rengi koymamız daha iyi olacak.” Tanıdıkları çocukların sevecekleri renkleri ve desenleri bir sarraf edasıyla toplayıp bir aksesuar haline getiriyorlar. Sonra da, hijyen bir yerde topluyorlar ve ziyarete edecekleri günü bekliyorlar.
İnsan bir ‘of’ demez mi?
Sıkıldığını ifade edecek bir laf kullanmaz mı?
Ne duydum ne de hissettim.
Hepsi de geleceğin sağlıkçıları ve bu daha da özel kıldı onları.
Kolyeler, künyeler, küpeler, el örgüsü şapka ve atkılar. Büyük bir hassasiyetle bitirdikleri bu malzemeleri, çocukların bulundukları hastane ve köyleri ziyarete ederek teslim ediyorlar.
Tabi çocukların rencide olmamaları ve bir reklam aracı haline gelmemeleri için, sosyal ve görsel medyada onları kullanmıyorlar. Ki bu bile başlı başına bir iyilik fotoğrafı.
Yetmiyor, ziyaret ettikleri yerlerde palyaço olup çocukların bir süreliğine de olsa eğlenmelerini sağlıyorlar.
Tabi bunları yaparken, çocukların haklarını koruma adına ne isimlerini ne de yüzlerini gösteriyorlar.
Baştan aşağıya iyilik kokan hareketler ve belki de hepimizin bir şekilde katkı sunması gereken bir organizasyon.
Hepimizin malumu çok değişik bir coğrafyada yaşamımızı sürdürüyoruz. Yaşayanların birbiriyle konuşmayı sevmeyen bir coğrafya. Hele çocuklarla hiç konuşulmaz. İşte bu organizasyonu devam ettirenlerin bir amacı da, dezavantajlı çocukların hiç tanımadıkları ve onlardan yaşça büyük insanlarla tanışıp, sohbet geliştirmektir. Böylece o çocuklar, bir nebze de olsa hastalıklarını unutmanın yanı sıra ‘öz güven’ de kazanmış olurlar.
‘Boş zamanında yapılacak bir iş’ olarak algılanmasın ama hakikaten zamandan bol çok da şeyimiz yok. Ve o zamanımızı böylesi ‘iyilikli’ işler için kullanırsak başka bir dünyada yaşamanın mümkün olabileceğini göstermiş oluruz.
Düşünsenize, hiç tanımadıkları insanlar tarafından sade ve harika bir iyilikle tanışan o çocuklar, iyileşip büyüdüklerinde nasıl güzel devam ettirecekler bu iyilik halini.
Düşüncesi bile bahar kokusunu yayıyor dünyamıza.
Evet ‘iyilik iyidir’.
Ama iyiliğe omuz vermek, iyilik yapanlara diken olmamak da onun kadar iyidir.
O yüzden teşekkürler çocuklar.
İyiliğiniz daim olsun.