Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Haziran ayının son haftasında çok geniş katılımlı üç gün sürecek bir “Turizm Çalıştayı” düzenlemeyi planlıyor. Çalıştay önümüzdeki beş yılın projeksiyonunu hedefliyor.

Malum haylidir şehir odağa oturtularak; sağlıktan tutun spora, inançtan tutun gastronomi ile musikiye ve kültüre varıncaya kadar çok değişik başlıklar altında turizm potansiyeline dayalı performansı sıcak tutularak çok farklı düzeylerde tartışılıyor.
Buna elbette Diyarbakır TSO’nun öncülük etmesi anlaşılır bir tercihtir. Tso’nun yıllardır farklı başlıklar altında düzenlediği fuarlar ve sempozyumlar, etkinlikler bu özgün çabaya bir nevi altyapı ve ön hazırlıklar olarak kabul edilmeli.

Böyle bir çalıştay hazırlığına başlanıyorken kolaylaştırıcı olmak açısından bir kaç ön bilgi notu babından bir tartışma açmak hazır kent yerel yönetimler seçiminden çıkmış, seçili başkanların da heyecanı doruktayken isabetli olur diye düşünüyorum.

Kentin en gözde bölgesi herkeslerin malumu olduğu üzre kadim suriçidir. Her ne kadar da 2015 sonrası çok ciddi tahribatlar yaşamış olsa da en azından bir bölümünün ve kimi tarihi, kültürel ve inançsal mekânlarının birer insanlık mirası olarak hâla ayakta kalıyor olması önemli bir teselli kaynağı.

Tam da buradan hareketle 2015 temmuzundan bu yana UNESCO’nun tarihi ve kültürel kalıcı miras listesinde yer alıyor olması Suriçi şehir dokusu ile birlikte Diyarbakır Surları ve Hewsel Bahçelerini neden “Ana rahmi” gibi korumamız gerektiğini sanırım yeterine anlatıyor.
Peki elimizin altında böylesine kıymetli bir varlık sebebimiz varken, bizler yeterince bu değerin farkında mıyız? Farkındalığını en azından uygulamalar açısından çok çok yetersiz olması nedeniyle ciddi bir duyarlılığın yaratılması için ne yapılabilir sorusuna cevap olabilecek çıkışlara sizce de şiddetle ihtiyaç yok mu? Elbette var. Var durmadan yazıyor, fırsat buldukça konuşuyor, karar verici ve uygulayıcıların dikkatini çekerek “kendinize gelin, hangi şehrin hemşerisi olduğunuzu unutmayın” demeye çabalıyoruz…

Bu ihtiyacın aciliyetinin vakti çoktandır geldi de geçiyor sanki.

Kadim suriçinin en azından gün içinde ve sadece hafta sonu ve yalnız Gazi caddesi için değil bütün Suriçi için trafiğe kapatmak şart. Üstelik hiç taviz vermeden hem de. 

Yıkılan ve molozları temizlenen eski evlerin yerleri araç işgal otoparklarına dönüşmüş ve bu da araçla Suriçi’ne girmeyi teşvik eder hale gelmiş. Çok kesin ve katı geri dönülmez bir kararla Suriçi hafta sonu iki gün değil, her gün araç trafiğine kapatılmalı. 

Hemen her cadde girişini en az beş-yedi araçlık ticari taksi duraklarına dönüştürme Suriçi araç trafiğini ve caddelerin bir bölümünü adeta “izinli işgal”e döndürmüş durumda. Bu Suriçi ticari taksi durakları derhal iptal edilmeli.

Dağkapıdan başlayıp mardinkapıda sonlanan, Urfakapıdan başlayıp Dört ayaklı minareye kadar süren iki ana arter cadde üzerindeki bütün dükkanlar-işyerleri tapudaki metrekarelerine geri çekilmeli. Hiç bir işyeri sahibi dükkanının önünü doğal işgal alanı gibi mal teşhiri ve satış alanı olarak kesinlikle kullanmamalı. İhlal edenlere önce uyarı, sonra da geçici süreli işyeri kapatmaya gidilmeli. Bir daha ısrar ederse işyeri açma ruhsatı iptal edilmeli.

Müzeler, Camiler, Kiliseler, Medreseler, Okullar muhataplarının, cemaatlerinin mekânlarıdır. Bu mekânlarda ticari amaçlı etkinliklere izin verilmemeli. Örneğin kiliselerde “ticari-biletli-paralı” olmayan ve mekân ruhuna aykırı düşmeyen kültürel bir takım etkinliklerin yapılmak istenmesi anlaşılır ve elbette olmalı . Ama bu mekânların özellikle kiliselerin parayla bilet satılan konser mekânları olarak kullanılıp işlevlendirilmesi kamuoyunda adeta inanç ve ibadet mekânının ruhunun da zedelenmesine sebep olduğu gerçekliği üzerinden dikkate alınmalıdır.

Siz hiç Hasanpaşa Hanına girmeyi denediniz mi? Daha kapı girişinin iki köşesi işgalle başlıyor. Tezgah işgalleri ve çığırtkanlar. İçerisi tam bir curcuna. Beşyüz yıllık eski bir han / bedesten mi? Yoksa…
Hanın tam karşısındaki eski ören yeri üzerinde mutabık kalınamamış bir tarih ve kültür mirası. Kentin ilk valisi Sultan Sasa’nın mekânı mı, bir Roma kalıntısı mı? Kazıldı ilk bulgulara ulaşıldı ve etrafı camekânla kapatılıp mescit yapıldı. Şimdi gündüz tüm çevresi işgal altında, gece de işgalcilerin malzemelerinin korunaklı istif deposu.
Suriçinin iki ana arter caddesi üzerindeki kuru yemişçilerin, ciğercilerin, kahvecilerin  korkunç çığırtkanlığı ve tacizkâr satıcılıkta ısrarı adeta bir felaket. Bunda ısrar edenlere kesinlikle müsamaha edilmemeli. Önce uyarılmalı, tavırlarında ısrar ederlerse ilgili belediye cezayi yaptırımını tereddütsüz uygulamalı.
Sadece kaldırımlar değil cadde kenarlarına da kürsü, tabure, masa, sandalye atan kahvehane, çayhane, ciğercilere anında engel olunmalı.
Sanırım bütün bu konularda başta Büyükşehir olmak üzere Sur belediyesine çok ana çok görev düşüyor. Sonra TSO ve DESOB’a üyelerine çeki-düzen vermek ve kentin bu mutabık kararlılığına uymalarının şart olduğunu ısrarla anlatmak gerek.

Suriçinin bütün kaldırımları işgal altında, rahat yürüyebilene helal olsun. Dağkapıdan Dörtyol’a kadar her iki kaldırım da resmen parsellenmiş. Seyyar satıcılar, kuruyemişçiler, ciğerciler, çiğköfteciler ayıp olmasa tezgâhlarındakini ellerindekini yol bulup da yürümek isteyenlere zorla satacaklar.

Suriçi Dörtyol’un iki girişindeki kaldırım üzeri dükkanlarının önü kentin başka yerlerinde de şubeleri olan iki marka tatlıcının kaldırımı işgali altında. Pervasızlıkları o kadar tavan yapmış ki adına “Lübnan künefesi” dediklerini resmen kaldırım üzerinde adeta görsel şovla imal edip plastik tabak çatalla sunup hem işgal hem de çevre kirliliğine sebep olmaktalar. Duyar gibiyim, “ ya hijyen!” mi dediniz. Geçiniz onu, adı dahi unutulmuş. Belediyenin gıda kontrol biriminin çıplak gözle görmesi bile anında “kapatma” kararına gerekçedir.

Balıkçılarbaşına kadar  her sokak başı çok farklı satıcılarca işgal edilmiş durumda. Balıkçılarbaşından Dört ayaklı minareye dönülen köşenin iki başı da iki kuru yemişçinin sokağın girişine dizdiği tezgâhlarının işgalinde. Her gün binlerce kişinin iki kilise bir camiyi ziyaret için girmeye çabaladığı sokağın girişinin yarısı iki kuru yemişçinin tezgahlarıyla işgal edilmiş, yetmezmiş gibi ellerinde kahve cezbesi küçük kâğıt bardaklar “12 çeşit karşımlı Kürt kahvesi”ni önce içirip sonra satma ısrarındalar. 
Bütün bu gözlemle oluşmuş yazdıklarım dehşet bir pervasızlığın satır başları. 
Bu şehre gelenler Suriçi için geliyorlar ey işgalciler bilmem farkında mısınız? Ama değilsiniz, en azından ben bunu çok iyi biliyorum. Anlamsız bir nemelazımcılık ve başıboşluk almış başını gidiyor.
Bunları amasız, fakatsız çözecek bir cesur kentsel mutabık iradeye ihtiyaç var.
Yoksa allemeyi cihan olsanız, üç değil onüç, yüzüç gün çalıştay, toplantı, konferans yapılsa dahi boşa gider. Ha bunları burada yazdıktan sonra, TSO beni düzenleyeceği turizm çalıştayına hâla davet eder mi? Belediyeler yazdım diye üzülür mü? Sahiden bilmiyorum. 
Ben sadece bir hemşehri olarak haklı uyarımı yapıyorum o kadar. Bağıran çağıranın, kent halkının ortak kullanımına tahsisli alanlarına tecavüz edip ticari tacizcilerin işyerinden asla bir şey satın almıyorum. Kapısından içeri dahi girmiyorum. Gücüm bu kadarla sınırlı. Ama karar verici ve uygulayıcıların ise yetkileri çok, sözüm elbette onlaradır.
Kentin ortak rantiyesinin bütün kent halkına ait olduğunu bu işgal zihniyetiyle ticaret yapanlara güçlü bir iradenin tavizsiz kavratması gerekiyor. Başka da bir yolu yok…Ben bir kez daha yazmış ve söylemiş olayım da…Gerisi açık tarifle adresine teslim yazdığım / belirttiğim muhataplarına kalmış…

13 Mayıs 2024 Diyarbekir / Şeyhmus Diken