Yorulur mu ölüm? Evet yorulur. Dağ, taş, tabiat ve bir bütün insanlığımız yorulur. Yoruldu. Neyden yoruldu peki? Ölümden yoruldu(k). Kimin en çok yorulduğunu konuşmak ayıp olur bence. Ölümleri yarıştırmak, hak ettiği hayatı yaşayamadan ölmüşlere haksızlık ve hakarettir her şeyden önce.
Evet, coğrafyamız 50 yıla yakındır, ölüm ve kalım arasında yolculuk içinde debelenip duruyor.
‘Kürt Sorunu’ dediğimiz bu can yakıcı ve can alıcı mevzunun etki etmediği kimse kalmadı pek. Herkes bir şekilde etkilendi ve yoruldu. Doğrusunu söylemek gerekirse yeni değil bu yorgunluk nice zamandır yorgunuz.
Kimi televizyon kanallarında, halk müziği icra edenlerden ‘le le daye’ cümlesini duyduğunda sevinçten havalara uçan bir nesiliz. Şarkı içinde ‘ah’ lafını ‘ax’ diye duyduğumuzda ‘çözüme gidiyoruz sanırım’ diye cümleler dökülürdü dudaklarımızdan.
1993 yılında Öcalan’ın ilk ateşkes ilan ve çağrısı, coğrafyamızın tümünde ‘şaşkınlıkla’ karşılandığı gibi, böylesi bir durumda neler yapılacağının ‘acemiliğini’ de yaşattı bizlere.
Kaşla göz arasında tuz buz oldu o ilk ‘ateşkes’.
Uzun süre sebepleri ve sonuçları hakkında kimse konuşmadı.
Ama herkes ‘barış’ denilen o muhteşem olguya hasretti bu topraklarda.
Zaman geçtikçe, ‘dolaylı görüşmeler, mesajlaşmalar, mektuplaşmaların’ olduğunu öğrenmiş oluyoruz. Sessiz sedasız ve toplumun haberi olmadan.
2009 yılındaki ‘Oslo Görüşmeleri’ yeni bir durumun ilk sinyallerini verdi, ‘kör -topal’ yürüyerek bile olsa. Çeşitli sorunlar yaşandıktan sonra 2013 Diyarbakır Newroz’unda Öcalan’ın tarihi mektubunun okunmasından sonra yeni bir yol göründü.
Öyle güzel bir yoldu ki o görünen.
Milyar yıllık hasretler sona erecek, coğrafyamız artık yorulmayacak, ölüm denilen ‘tarafsız’ muhannet doğallığına bırakılacaktı.
Mendiller ve ağıtlar, sonsuza kadar uzaklaşmanın yolunu tutmaya hazırlanıyordu.
Umut denilen çocuksu ninninin sesi daha bir gürleşmenin notasına yakınlaşıyordu.
Arada yaşananları hemen hepimiz biliyoruz.
Tekrara düşmemek adına geçiyorum ama ders alması gerekenlerin gerekli dersi almasını ya da almış olmasını dilemeyi unutmuyorum.
Sonra, süreç akamete uğradı ve uzun süreye yayılan bir sessizlik, çatışmalı süreç ve ölümlerle dolu zamanlar yaşadık.
Ekim ayındaki Meclis açılışında Devlet Bahçeli ve DEM Partililerinin el sıkışmasıyla başlayan adı konmamış ‘yeni süreç’, İmralı Adası’nda ziyaret edilen Öcalan’ın çözüme dönük açıklamalarından sonra, toplumun vicdan ve adalet sahibi kişi ve kurumları tarafından memnuniyetle karşılandı.
Bunca zamana yayılan bu kanlı ve çözümsüzlük halinin yarattığı ruh halleri vardır toplumda. Ama bunu paranoyak haline getirmenin kimseye faydasının olmadığı hepimizin malumu.
Öcalan’ın son açıklamaları, üzerine konuşulup tartışabilecek başlıklar içeriyor.
Elbette hükümetin yaklaşımı da öyle.
Bunun için mesela en başta, kullanılan ‘dilin’ biraz daha makul ve can sıkıcı olmamasıyla başlanabilir. Sonrasında da, her hareket ve söyleme ‘şüpheyle’ yaklaşmak terk edilebilir. Bu iki önemli yaklaşımdan sonra zaman ve zemini iyi seçilmiş bir şekilde konuşulabilir. Konuşulmalıdır.
‘Sen şunu yaptın, ben bunu istedim, sen söyle karşılık verdin’ gibi çözümsüzlüğü daha da derinleştirecek yarışlardan da kaçınmak gerek.
Çekilen acıları unutmak mümkün değil elbette ancak acılarla yüzleşmek ve karşılıklı helalleşmek çözüme dönük iyi bir adım olacaktır. Ama şu ki, gerçekten çekilmiş acıların ‘tarafları’ bu konuda fikir beyan etmelidirler. Yoksa birileri buna ‘vekalet’ edecekse, korkarım ki iyi niyetlilik pek de hayat bulamayacaktır.
Neredeyse milyar yıldır revaçta olan ‘Bölünme’ ve ‘Asimile Olma’ korkusu artık sosyal ve siyasal kültürümüze o kadar da hükmetmemelidir.
Korkunun korkuyu yaratana mahsus olduğu hepimizin malumu.
‘Ne yapılmalıdır’ sorusu hepimizin ağzında pelesenk.
Kötü niyetliler ‘gölge etmesin’, iyi niyetliler ‘konuşsun’ yeter.
O zaman gelsin güzel ve bayram kokulu günler.
Bu coğrafyanın duygusal ve fiziksel bir rahatlamaya ihtiyacı vardır. Hak da ediyor.
Bu coğrafyanın, korkuyu toprağa gömmeye ihtiyacı vardır. Gücü de yeterlidir.
Bu coğrafyanın konuşmaya ihtiyacı vardır. Kelimeler hazır.
Evet, ölüm de yoruldu.
Bir bütün insanlığımız yoruldu.
Şimdi en yüksek sesimizle ‘Barış Hemen Şimdi’ deme vaktidir.