28 Aralık’ta, Pervin Buldan ile Sırrı Süreyya Önder’in Abdullah Öcalan ile görüşmesinden sonra hemen herkes şöyle bir köşesine çekilip izlemeye ve dinlemeye koyuldu.
Tabi dileyen dilediği kadar bekleyebilir ama ‘özgür ruhlu’ olmak, kimselerden bir açıklama beklemeden kendi fikrini ifade etmektir.
Devletin ne diyeceğini, nasıl bir cevap vereceğini bekleyenlerle Kandil’in nasıl bir pozisyon alacağını hangi argümanlarla konuya gireceğini bekleyenler yavaş yavaş eteklerindeki taşları dökmeye başladılar.
Çok genel geçer ifadeler, bürokratik ziyaretler ve edebi cevapların yanında hemen herkesin ısraren üzerinde durduğu ‘Samimiyet’ ile
‘Hassasiyet’ söylemleri de çok duyulur oldu.
Her iki ifadeyi de duymak çok önemli. Hatta duymasaydım şaşardım ben.
Ama eksik bir yanları var.
Zira sadece bir tarafın ‘Samimiyet ve Hassasiyeti’ sorgulanacaksa bu durum çok da verimli bir sonuç vermeyebilir.
50 yıla yakındır devam eden bu kahrolası çatışmalı süreçten herkes-her taraf bir şekilde zarar gördü.
Düğünlük çocuklarını gömenler de oldu, çocuklarını gömemeyenler de,
Maddi ve manevi varını yoğunu kaybeden de oldu, kayıplarının çetelesini tutamayacak kadar perişan olanlar da,
Gençliğini yaşayamayan da oldu, gençlik nedir bilemeden yaşayanlar da.
Herkesin ‘Samimiyet ve Hassasiyete’ dikkat etmesini istemek ve beklemekle sadece bir taraftan beklemek çok farklı şeyler.
Her şey konuşulur ve masaya dökülür amma ‘Samimiyet ve Hassasiyet’ derseniz ve bunu sadece Kürtlerden beklerseniz çok kırıcı ve itici olursunuz.
Eski hikayelere, eski yaşanmışlıklara girmeye gerek yok.
Sadece Ahmet Türk’ün durumu bile samimiyet ve hassasiyet için önemeli bir fotoğraf.
30 Mart 2014, 31 Mart 2019 ve 31 Mart 2024 yıllarında girdiği Mardin Büyükşehir Belediye Başkanlıklarını seçimlerini kazandığı halde bir süre sonra anlamsız gerekçelerle görevinden alındı ve yerine kayyum atandı.
Abdullah Öcalan ile görüşen Buldan ve Önder ile birlikte 2 Ocak 2025 tarihinde Devlet Bahçeli’yi ziyaret etti. Bundan da anlaşılacağı üzere, bir süreç ve görüşmeler trafiği olacaksa içinde Ahmet Türk de olacaktır.
Nitekim de öyle oldu. Parlamentoda gurubu bulunan tüm partiler ziyaret edildi. Ve garip ama son derece önemli bir şekilde, hemen hemen herkes görüşmelerde ‘olumlu’ bir dil kullandı.
Keşke bu cümleyi ‘herkes olumlu bir dil kullandı’ diye yazabilseydim ama maalesef.
Olsun bu durum bile insana umut veriyor doğrusu.
Şimdi gelelim ‘samimiyete’.
80 yaşını aşmış bir insan, sırf ‘onurlu ve sürekli bir barış’ olsun diye yerinde durmuyor ve elinden ne elinden yapmaya çalışıyor.
Madem ‘Samimiyet’ diyoruz. Buyurun neredeyse herkes tarafından kabul görecek bir kararla Ahmet Türk’ün görevini iade edin ve bir özür dileyin.
Dünyanın en basit durumu bence.
Ne yasa değişikliğine ihtiyaç var ne de Meclis oturumlarına.
Bakın Öcalan’ın Meclise gelmesinden, DEM Gurubunda konuşmasından, ev hapsine çıkmasından bahsetmiyorum.
80’ini devirmiş bir barış insanına en son 3 dönemdir yapılan haksızlığı ortadan kaldırın ve sonrasında devam edin ‘samimiyet’ sorgulamasına.
Ya da, görevden alınmış olmasının mazereti olan ‘Teröristlik’ damgası yemiş biri ile nasıl bir ‘barış’ müzakeresi yapacaksınız?
Bir yanlışlık var ortada.
Hangisi yanlış?
Evet, ‘Barış’ zorlu bir iştir.
İnsanı kahreder, zira bazen konuşmak istediklerini konuşmazsın.
Bu son ‘sürece’ insanların tepkisini hepimiz duyuyoruz.
Kimse oturup şunu sormuyor; “Bunca yıldır kullandığımız dil ve politikalar nedeniyle ne hale getirmişiz insanlarımızı.”
O yüzden geç kalmadan ve gereksiz sözlere kanmadan çalışmalıyız barış için.
Kimin elinden ne gelirse artık.
Haa elinden bir şey gelmeyenler de varsa ki varlar, sussunlar mesela.
Sussunlar ve bu güzelim ülkenin geleceğini güzelleştirmek için çabalayanlar konuşsunlar.
Bize de ‘Haydi Ya Allah’ demek kalıyor.
Allah hayra vesile etsin tüm bu güzel görüşmeleri.