İoanna Kuçuradi der ki; “İnsan onuru sizin başınıza gelen değil, başkasının başına gelen bir olay karşısında, sizin nasıl bir tutum sergilediğinizle ilgilidir.
Biz, insan onurunu uğradıklarımızla değil, yaptıklarımızla koruruz.”
Tam da bu noktadan kaybettirilişinin 19. gününde cesedi toplumsal baskının zirve yapması üzerine bulunan, henüz sekiz yaşındaki kız çocuğu Narin üzerinden hayata baktığımızda tuhaf bir suskunluk hâline tanıklığın garabeti yüzümüze çarpıyor.
Bir yanda Kuçuradi’nin ifade ettiği gibi insan onurunun galebe çaldığı kayıbın bulunulması için gündemde tutulma çabasının başarısı.
Diğer yanda ise kaybettirilen kız çocuğunun ailesinin, komşularının ve topyekün köy halkının büyük suskunluğu! Hatta suskunluktan öte yitenin adeta bulunmaması için adeta gizli bir gayret!
Ve yine bu tuhaf sessizlik ve suskunluğa bölgeden etkili bir siyasetçi vekilin sözleri;
“Bizlerin bazen bilmediği, bazen de bilip söylemememiz gereken şeyler var.”
Vekil böyle deyince o vakit vekilin muhatabı asil’in topyekün suskunluğunun anlamı karşılık bulmuş oluyor.
Öyle ki; ölü çocuk bedeni adli tıp kurumundan aile tarafından teslim alınmaya gidilirken aile fertlerinden biri olan kahverengi başörtülü kadın birilerine bağırarak “gidin şimdi yalan söyleyin” diyor. Ve kameraların takip alanı içinde anında arkasındaki erkeğin kadının kafasında patlayan yumruğu ile o susma / susturulma hâli yeniden hatırlatılmış oluyor sanki!
Sema Kaygusuz çok doğru noktadan bakarak sistemin varmış olduğu noktayı işaret ediyor eski Twitter, şimdiki X’te;
“Bir çocuğun katledilmesini cehennemi köy, taşra karanlığı retoriğine bağlamayı reddediyorum. Bu söylemlerin öldürmeyi olağanlaştıran uğursuz bir gücü var. Patriyarka, devlet, tarikat sözleşmesi öldürdü Narin’i. Şehrin ortasında da geçse aynı kanun işlerdi…”
El, ağız ve ortak kararla yitirilmesine karar verilmiş bir infazın olanca kirliliğinin ortak susma hâli üzerinden bir yeni Orwel’vari 1984’ün kırkıncı seneyi devriyesi 2024’de tanıklık ediyoruz sanki!
Cahillerin tercih ettiği, insana en büyük eziyet olan düzende yaşamak! Çünkü “cehalet, güç’tür” der Orwel…
Gücü kendinde varsayan ve politik tercihleri nedeniyle “muktedir bir dokunulmazlık” zırhıyla donatılı olduğunu kabullenen tebanın; susarak örtbasının kirlenmiş hâlidir yeni bin yılın bir kız çocuğunun katledilmiş bedeni üzerinden travmatik hâli!
Bu gibi durumlarda insan bazen duygusallaşır. Kendi iç sesiyle yüzleşir. Bu yüzleşme hâli sanki başka hiç bir şey yapamama, ama hiç değilse bari “susmama durumu” ile ilintilidir. Çünkü fark eder ki şarkı sözü diyor ya;
“Susarlar, sesini boğmak isterler
Yarımdır, kırıktır sırça yüreğin
Çığlık çığlığa yarı gecede
Kardeşin duymaz, el oğlu duyar…”
Tam da öyle olmuştu fiili durum; kardeşi, anası, babası, bilcümle yakınları duymamış, görmemiş, konuşmamış! El oğlu, El kızı duymuştu. Çünkü; söğüdün yaprağı narindi Narin / içerim yanıyor dışarım serin…
Narin’i ararken 19’unca günde ölü bedenine ulaşıldı ya! Şimdi sırada faillerini arama, bulma, yargılatılarak en ağır ceza ile cezalandırılmalarına yönelik bir toplumsal duyarlılığa ihtiyaç var….