Sosyal medya yine memurların uzun iznini konuşuyordu. Hükümetin açıklamasına göre cuma akşamı izne çıkan bir memur bir sonraki pazar dönecekti. Turizm şirketleri boş durmuyor, memurlara bütçelerine göre alternatif planlar öneriyordu.
Elbette insanların dinlenme hakları vardı. Ama bu hak eşit olursa anlamlı olacaktı. Çünkü tüm çalışanlar aynı haktan yararlanamıyordu. Memur olan bazı sağlık çalışanları da bu haktan yararlanamıyordu.
Kendisinin izni her zamanki gibi cumartesi öğleden sonra başlayacaktı. Zaten bu yıl cumartesi izni arifeye denk geliyordu. Bayramın ilk günü de pazara denk geliyordu. Geriye üç günü kalıyordu. Perşembe günü işe başlayacaktı.
Zaten sigortalı sigortasız işçilerin tümü böyle çalışacaktı. Çalışma saatlerine bakılırsa işçiler gibiydi, ama işçi değildi. Çünkü hastaneye hizmet satan bir şirketin sahibiydi. Özel hastaneyle böyle anlaşmıştı.
Ama bir işçi gibi cumartesi günleri çalışıyordu. 1 Mayıs’ta memurlar bayram diye izin yaparken o işçiler gibi çalışıyordu.
Cumartesi çalışmaktan hiç memnun değildi. Bunu haksızlık olarak görüyordu. Gerçi sağlık çalışanları zaten yasada diğer memurlardan günde bir saat fazla çalışıyordu. Özle sektörde buna cumartesi ve milli bayramlar da eklenmişti.
Özel sektöre gelmeden önce mesai saatlerinin günde sekiz saate inmesi mücadelesi içerisindeyken burada haftalık 45 saati de arıyor duruma düşmüştü. Memur değildi, işçi değildi, ama aslında işveren de değildi.
O halde hangi sınıf aitti, bilmiyordu. Bu sisli durum nereye örgütlü olacağını da etkiliyordu. İşçi gibi çalışıyordu, sendikaya üye olması gerekirken hizmet satan durumda olduğu için hiçbir sendikaya üye olamıyordu.
Bir tek çalışmak için belge almak zorunda kaldığı Tabip Odası vardı. Geçenlerde üye olduğu Tabip Odası’nın hastanede hekimlerle yaptığı toplantıda “Tek talebim Cumartesi çalışmamak! Bunun için bir şeyler yapın!” demişti.
Aslında hekimlik mesleğinde mesai kavramı yoktu. Bunun bilincinde olduğu için mesai biter bitmez telefonunu kapatacaktı. Ancak yapamadı. Mesai bitmiş ve telefonu kapatmaya niyetlenmişti ki bir numaranın ısrarla aradığını fark etti. Telefonu kapatmak yerine her zaman ki bilinmeyen numarayı geri aradı. Hekimlerin telefonlara bakmama hakkı yoktu.
“Hocam ben Silopi’den arıyorum. Numaranızı hemşerimiz Dr. Emrullah’tan aldım. Köyde traktör dört yaşındaki çocuğa çarpmış. Burada acile götürmüşler. Sizin oraya sevk ettiler. Yoldayız, ambulansla geliyoruz.”
Telefonla aramanın yanında atılan mesajı da okudu. “Acildeki doktor çocuğun ortopedi ve plastik cerrahi tarafından mutlaka görsün” dedi.
Mesajın üzerinde sol ayakta kısmi parçalanmayı gösteren bir resim vardı. Resim onu derinden etkiledi.
Hafızasını çok zorladı. Ama Emrullah adlı bir doktoru hatırlamadı. Numarası verildiğine göre tanıdığı olabilirdi. Gerçi numarasının öğrenilmesi de çok kolaydı. Hastane girişinde asılı hekimlerin listesine baktı. Böyle bir isim yoktu.
Ama bu durumla sık karşılaştığı için garipsemedi. İnsanlarımız sağlığa erişimde zorluk çekiyordu. Bu yüzden tanıdık bir doktor arıyordu. Tanıdık olmasa da böyle bir senaryo ile tanıdık olduğuna inandırmaya çalışıyordu.
Atılan fotoğrafa kayıtsız kalamadı. Bu çocuğa yardım etmeliydi. Evet yalana rağmen yardım etmeye karar verdi. Bir kez daha merhametine yeniliyordu. Hemen ortopedi uzmanını aradı. Az önce mesaiden çıktığı halde memleketine doğru seyir halindeydi. Demek ki zamanı kendisinden daha iyi kullanmıştı. Diğer özel hastaneleri aradı. Dört günlük tatili fırsat nedeniyle hepsi yollardaydı. Haklarıydı tabii ki. Elbette ısrar etse biri gelirdi.
Neden ısrar etmeliydi? Bir de plastik cerrahi meselesi de vardı. Özel hastaneler plastik cerrahlarla farklı bir anlaşmayla çalışıyordu. Bu bayram da onları getirmek zaman kaybı demekti.
Köylüsünü arayıp hastayı üniversite hastanesine götürmesini söyledi. En azından orada nöbetçi asistanlar vardı. Plastik cerrahı asistanları da yardımcı olabilirdi. Az sayıdaki hocanın diğer memurlar gibi bayram tatiline çıktığını biliyordu.
Belki yüksek bir ücretle tatilden gelebilirlerdi.
Belki de dinlenme haklarını para kazanmaya tercih edecek ve hiçbiri gelmeyecekti.
Bayram tatili artık anlamını yitirmişti. Zaten trafik kazası, iş kazası, kalp krizi, yaralanma gibi acil durumlar izin, bayram, tatil falan dinlemiyordu. Başka memurlar izin yaparlarken hekimler her an bir kaza olur, kalp krizi olur, beyin kanaması olur diye tatillerini diken üstünde geçiriyordu. Bu yüzden birçok hekim böyle zamanlarda telefonlarını kapatırdı. Ama onlara eş ve dostlarının aracılığı ile yine ulaşılırdı. Ve şu dünyada hekimlerin kıramayacağı mutlaka birileri çıkıyordu. Sonuç hekim tatilini yarıda kesiyor, ameliyatını ya da başka bir işlemini gerçekleştiriyordu.
Arayana geri döndü. Ailenin sosyal güvencesinin olmadığını anladı. Onu üniversite hastanesine yönlendirdi. Acilde buluştular.
“Beni hiç tanımıyorsun. Aslında söylediğin isimde bir doktor da yok. Yalan söylediğini de biliyorum. Çocuğa yine de yardım edeceğim. Ne yapıp edip plastik cerrah da bulacağım. Sadece doğru söylemeni istiyorum. Telefonumu nasıl öğrendin?”
Orta yaşlı adam başını öne eğdi.
“İnternete girdim. Hastaneniz doktor listesine baktım. Hastaneyi aradım. Rasgele seni seçtim. Akraban olduğunu söyledim…”
“Anladım yeter… ” diyerek, adama sırtını döndü ve çocukla ilgilenmeye başladı.
Evet, insanlar çaresizlikten bunu yapıyordu. En önemlisi hekimlik vicdanına oynuyorlardı. Her hekimin vicdanını etkileyecek mutlaka bir resim vardı. Çünkü, adam o resmi atmasa şimdi tatilde olacaktı.
Şimdilik bundan rahatsız değildi. Ama cumartesi çalışmaktan rahatsızdı. Ve bayram sonrası bunun için mücadeleye kalkışacaktı. Belki bir gün hasta yakınları yalan söylemeyi bırakır sağlık hakkı için mücadele ederdi.