Engellilik, “Doğuştan veya sonradan meydana gelen hastalıklar ve kazalar sonucunda oluşan sakatlıklar (vücudun görsel/işlevsel/zihinsel ve ruhsal farklılıkları) öne sürülerek, toplumsal ve yönetsel tutum ve tercihler sonucu yaşamın birçok alanında kısıtlanıp, engellerle karşılaşma olayıdır” diye tanımlanır.
Demek oluyor ki, hepimiz birer engelli adayıyız.
Yani, “bana bir şey olmaz” dememeliyiz, her an her şey olabiliyor bu hayatta.
Veya engelli ebeveyn adayıyız. Bunun bilinciyle hareket edersek birçok sorunun üstesinden kolaylıkla gelebiliriz.
Pekiyi, özellikle ülkemizde hayatın hangi alanları ‘engellilerin’ yaşama koşullarının yaşanabilir olacağı kadar iyidir?
Korkarım ki yok denilecek kadar az.
Niye az?
Buna tam bir cevap bulmak sanırım hem zor hem de kimi yerlerde can sıkıcıdır.
Her ne kadar engellilere yönelik düzenlemeler kanun ve yasalarda belirlenmiş olsa da maalesef toplum olarak buna çok da uyduğumuzu söyleyemeyiz.
Oysa, engelliler, hayatın her alanından diledikleri ve imkanları ölçüsünden yararlanmayı en az engelli olmayanlar kadar hak etmektedirler. Hatta zaman zaman ‘pozitif ayrımcılık’ da uygulanmak kaydıyla aradaki eşitsizlik en hafif ifadeyle minimize edilebilir.
Engelliler hakkında kanunun 4. Maddesinin;
a) Engellilerin insan onur ve haysiyetinin dokunulmazlığı temelinde, kendi seçimlerini yapma özgürlüğünü ve bağımsızlığını kapsayacak şekilde bireysel özerkliğine saygı gösterilmesi esastır.
b) Engelliliğe dayalı ayrımcılık yapılamaz, ayrımcılıkla mücadele engellilere yönelik politikaların temel esasıdır.
c) Engellilerin tüm hak ve hizmetlerden yararlanması için fırsat eşitliğinin sağlanması esastır.
d) Engellilerin bağımsız yaşayabilmeleri ve topluma tam ve etkin katılımları için erişilebilirliğin sağlanması esastır. Bentlerinde geçtiği gibi kesin düzenlemeler yapılmıştır.
Tabi konu ile alakalı başka madde ve bentler de var ama sanırım bu 4 bölüm bile birçok sorunun ortadan kalkmasına yol açabilir.
Her şeyden önce engelli insanlara karşı o çirkin ‘acıma’ duygusu ve yaklaşımını terk etmeliyiz.
Yollarda ve toplu ulaşım araçlarında kendilerine öncelik tanırken, bir ihtiyaçlarını gidermede omuz verirken, haklarını savunma sırasında seslerine ses olurken ve dertleriyle dertlenirken acıdığımız için değil, kendi eksikliklerimizi giderme düşüncesiyle yaklaşmamız hem insani hem de medeni bir yaklaşım olacaktır.
Zira engelli insanlar ile engelli olmayanlar arasındaki tek fark, hayatı ‘elde olmayan nedenlerden dolayı’ yeteri düzeyde yaşayamıyor olmalarıdır.
Yaşadığımız kentlerdeki ortak kulanım alanlarının engelli insanların da rahatlıkla kullanımının sağlanacağı bir hale getirilmesi için hem bireysel hem de kurumsal olarak çaba içinde olmalıyız.
Mesela, en çok kullanılan caddeler ve kaldırımlardaki geçiş yerlerinin kendilerinin güven ve rahatlıklarını sağlayacak nitelikte yapılması gerekir. Bunun yapılması yeterli değil, bizlerin de o alanları gereksizce işgal etmememiz için azami gayret sarf etmeliyiz. Tüm yaya ve engelliler için ayrılmış alanların pervasızca işgal edilmesi ve kullanımının engellenmesi son bulmalıdır.
Herkesin malumu kaldırımlarda ‘görme engelli’ insanlar için yol ve yön bulma adına işaretlemeler yapılır ve bu işaretler onlar için çok önemlidir. Biz kalkıp o alanı herhangi bir şekilde işgal edersek, onların temel seyahat haklarını gasp etmiş oluruz.
Yürüme engelli insanların herhangi bir yapıya girmelerini kolaylaştıracak güzergah yapılması bizim için bir şey ifade etmeyebilir ama engelli insanlar için hayati bir durumdur. Bunun sağlanması için illa bir kanuna ya da yasaya gerek duymak durumunda olmamalıyız bence.
Özelde sektörde ve kamuda iş bulma konusunda, yasada belirlendiği üzere öncelik tanınması ve bunun hakkıyla hayata geçmesi çok hayatidir. Bunun eksik olduğu yerlerde biz engelli olmayan insanların da müdahil olması insan olmanın temel ilkelerindendir dersek yanılmış olmayız.