Geçtiğimiz cumartesi, Diyarbakır sokaklarında az çok alışık olduğumuz fakat son zamanlarda bir o kadar da ihtiyaç duyduğumuz bir kalabalık vardı. Ne bir protesto, ne bir kutlama…

 “Uyuşturucuyla Mücadele Yürüyüşü” düzenlenmişti.

Yürüyüşün adı bile ağırdı.

Uyuşturucu bu topraklarda yeni değil elbette. Ama yeni olan, artık bu kadar genç yaşlara inmiş olması. 

Yeni olan, mahallelerin suskunluğu. 

Yeni olan, ailelerin yalnızlaşması ve gençlerin karanlıkla baş başa bırakılması. Ve belki de en acı olanı, bu durumun normalleşmesi.

Kimi elinde bir pankart taşıyordu, kimi sadece sessizce yürüyordu. Ama her bir adımda aynı ses vardı: “Amed uyan, gençlerine sahip çık.”

Aileler konuşmaktan çekiniyor, gençler ise çoğu zaman yalnız bırakılıyor. 

İşte tam da bu yüzden, Diyarbakır’daki bu yürüyüş önemliydi. 

Çünkü sessizlik bozuldu.

Yürüyüşe STK’lar, belediye temsilcileri, siyasi parti il başkanları, gençler, yaşlılar ve hatta kayıt alırken karşılaştığım, en önde yürüyen küçük bir kız çocuğu vardı.

Herkesin ortak noktası, bir çözüm çağrısı yapmaktı. Bu sadece bir yürüyüş değil, toplumun “artık susmuyoruz, uyan” deme biçimiydi.

Özellikle kayıpların ardından gelen umudu büyütmek, başka hayatlara dokunabilmek.

Diyarbakır’ın bu yürüyüşü, yalnızca bir şehir hareketi değil aynı zamanda Türkiye’nin dört bir yanına örnek olması gereken bir dayanışma hikayesi. 

Çünkü mesele sadece uyuşturucuyla mücadele değil, aynı zamanda yalnızlıkla, yoksullukla ve umutsuzlukla mücadele.

Şimdi sorumluluk, bu sesi duymakta. Kurumların, medyanın, bizlerin... 

Sadece yürüyenleri alkışlamakla değil, bu yürüyüşün nedenlerini ortadan kaldırmakla yükümlüyüz.

Çünkü bazen bir adım, bir hayatı değiştirir. Ve Diyarbakır bu adımı attı.