Önceki gün Celal Talabani’nin (Mam Celal) ölüm yıldönümüydü. Bir gazeteci olarak bizde güzel anılar bıraktı. Irak’ın Arap olmayan ilk Cumhurbaşkanlığını da yaptı.

Irak’ın siyasi ve toplumsal hayatında önemli rol oynayan Kürt halkının mücadelesinde sembol isimlerden biriydi. Kendisiyle defalarca görüştüm röportaj yaptım. Evine misafir oldum yemeğini yedim. 

Türkiye’den gelen gazetecilerle bildiği birkaç Türkçe kelimelerle hatırlarını sorup nezaket gösterirdi. Herkes ona Mam Celal (Celal amca) diye hitap ederdi. Güzel purolara meraklıydı. Sohbeti hoş, keyif adamı bir şahsiyetti. Talabani ile yaşadığım bir anımı burada anlatmadan geçemeyeceğim.

Halepçe katliamından 3 yıl sonra Körfez savaşında, Kürtler bazı bölgeleri kontrolleri altına almıştı. Erbil kenti ise Saddam’ın yönetimindeydi. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra, meslektaşım Namık Durukan ile birlikte Celal Talabani ile İran sınırına yakın dağlık bir alanda Mavat denilen bölgede bir kaç kerpiç yapıların bulunduğu bir evin terasında buluştuk. 

Üzerinde peşmerge kıyafeti şalu-şepik ve az sayıda bir korumasıyla bizi karşıladı. Röportaj istedim. ‘Bir şartım var’ dedi.  ‘Gidin, Halepçe’yi görün, ondan sonra sizinle röportaj yapayım' dedi. Talabani’nin bu şartı bizim için bir hediyeydi

Aslında bu söylemiyle Halepçe katliamına karşı yeterli görünür olmadığını ve Dünyada tepkinin yetersiz kaldığını anlatmaya çalışıyordu. Yanımıza birkaç koruma peşmerge verdikten sonra Halepçe’nin yolunu tuttuk. 

Katliamın ardından 3 yıl geçmişti. Halepçe’ye girdiğimizde, 40 bin nüfuslu kasabadan eser kalmamıştı.  Katliamın izleri halen duruyordu. Halepçe halkı halen yastaydı. 

Siyaha bürünmüş bir kadın katledildikleri evin duvarına yazılı on bir kişinin ismini gösteriyordu. Katledilen 11’i de yakınıydı. Meydana ise çocuğunu korumak isterken ölen dede ile torununun anıtı yapılmıştı. 

Halepçe’den döndükten sonra bir gazeteci meslektaşımız daha gelmişti Mavat’a... Puşu’dan gömleği dikkatimi çekmişti. Kendisini de aramıza katarak Talabani ile röportajımızı gerçekleştirdik. 

Bize sonradan katılan İki Bine Doğru dergisi Diyarbakır muhabiri Halit Güngen idi. Döndüğümüzden birkaç gün sonra Halit Güngen Diyarbakır'da derginin bürosunda kontrgerilla tarafından öldürüldü.

TRT’den bir muhabir Talabani ile röportaj yapıyordu. YNK’nin Ankara temsilcisi Adnan ise tercümanlık yapıyordu. Adnan Irak Kürdistanı ifadesini Kuzey Irak diye telaffuz ediyordu. 

Talabani’nin birden surat ifadesi değişerek,  ‘’Tu çimajiHerêmaKurdistanê ya Iraq'ê re dibêjîBakûrêIraqê?” (Irak Kürdistan bölgesine neden Kuzey Irak) diyorsun diyerek tepki verdi. 

Araya girerek, “Ankara’da diplomasi yapıyor. Ağız alışkanlığı yapmış” diyerek yumuşatmaya çalıştık. TRT Muhabiri Talabani’ye, Türkmenleri ele alan sorular soruyordu. Talabani sorularını cevaplarken bu kez kendisi sordu. 

Irak Kürdistan’ın da Türkmenler özgürdür. Kendi okulları var. Ana dillerinde eğitim görüyorlar. Peki ya Türkiye’de Kürtler ana dillerinde eğitim görebiliyor mu? derin bir suskunluk yarattı. 

Talabani’yi saygı ve özlemle anıyorum.