Pazar günü 2 hazirandı ve Ahmed Arif üstadın vefatının 33. Yıldönümüydü. Ustaya hürmeten bizim mekânda Ditav Kültür Sanat Evi’nde “Amida Akademi Buluşmaları” çerçevesinde Hüseyin Cengiz ve Ferat Üngür ile güzel bir anma programı gerçekleştirdik. Avlu, eyvanlar, teras, merdivenler, pencereler hıncahınç doldu. Gözyaşartıcı ve heyecan vericiydi.

Gece, bir başka programa davetliydim. Günün bütün yorgunluğuna rağmen Rewşan Çeliker’in davetine icabet etmemeyi düşünemezdim bile. Rewşan iki saat boyunca o Kürtçe zarafeti ve sahne performansıyla harikalar yarattı. Ahmed Arif’i de unutmamıştı. Sahneye davet etti, Diyarbekir kalesinden notları okuduk.

Sonra eve geldim, yıllar önce Ahmed Abinin Ankara’daki mezarını ziyaret gününün notlarını anımsadım. Ustaya olanca hürmetimle…
Ankara’dayım...


Her gelişimin öncesinde niyet edip gerçekleştiremediğim ziyareti yaptım. 
Şiirin has ustası Ahmed Arif ağabeyin Ankara “Cebeci Asri Mezarlığı”ndaki ebedi mekânını ziyaret ettim.
Yalnız değildim...

Hem bana eşlik eden hem de anı belgeleyen bir başka usta; şair ve fotoğraf sanatçısı mekteplim Mehmet Özer arkadaşımla...
Kızılay’da atladık bir taksiye. Bizden de gariban çıktı taksici. Klimasının gazı yokmuş o sebeple çalışmıyordu klima. 
Ankara’nın hatırlı sıcak günlerinden biriydi Ankaralılara göre. Baktım termometreye, 34’ü gösteriyordu. Güldüm. Bir gün önce 45 dereceden gelmiş biri olarak gülmeyip ne yapacaktım ki!

Taksinin direksiyonu minyatür araçlarınki gibi küçücüktü. Ona da parası yetmemiş değiştirmeye meğerse fukara taksicinin.
Yol boyu muhabbet ederken adını “küçük direksiyon” koyduk.

Vardık asri mezarlığın kapısına sorduk görevliye Ahmed Arif’in mezarı nerdedir diye! Elindeki telefona ismi girdi. Sonra mezarlık haritası gibi bir levhanın önüne götürdü bizi. Başladı tarife. Yahu üstadım yanlış bir mezara gitmeyelim hele bi daha bak şu isme deyince!
“Abi bu sağ iken ne iş yapardı” diye sordu.
Şairdi, dedim.

“Haaa abi hani bu Diyarbakırlı şair!”

Evet o dedim gözlerimin içi gülerek.

“Desene başta abi, hemen burada girişe yakın. Ziyaretçileri çok gelir, gençler özellikle...”

Sonra birlikte vardık mezar başına.

Mezarlığın güvenlik görevlilerinden biri geldi yanımıza ve başladı ustanın şiirlerinden birini okumaya...

Oturdum adının yazılı olduğu ortası delik taşın yanıbaşına dedim ki ustanın kelamınca;

“Varamaz elim

Ayvasına, narına, can dayanmazken,

Kırar boynumu yürürüm.

Kurdun, kuşun bileceği hâl değil,

Sormayın hiç
Laaaaal...

Kara ferman çıkadursun yollara,

Yarin bahçası tarumar”

Mehmet ha bire bastı deklanşöre.

O da davudî sesiyle şiirler okudu ustadan.

Elli sene olmuş usta dedim “Hasretinden Prangalar Eskittim” görücüye çıkalı. Pranga duruyor yerinde ha! Ne çürüdü, ne de eskidi.
Sonra döndük ziyaretten.

Oturduk Mülkiyeliler Birliği’nin bahçesinde, kaldırdık kadehleri Ahmed Abi’nin ruhuna hürmeten.
Akşamın ilerleyen saatinde yazmış bir arkadaşım çok haklı olarak “neden mezarı Diyarbakır’da değil de Ankara’da” diye.
Bilmem dedim ve sonra ekledim. 

Ahmed Arif Diyarbekirli olduğu kadar Ankaralıdır da. Demez miydi “hasretim nazlıdır Ankara, o sebepten olmalı” diye.