Türkiye, aktif fay hatları üzerine olan bir ülke. O nedenle ciddi risk altında. Doğu Anadolu, Kuzey Anadolu ve Batı Anadolu Fay Hatları üzerindeki iller deprem tehlikesiyle ziyadesiyle karşı karşıya.

17 Ağustos 1999 yılındaki büyük Marmara depreminden sonra, yine hemen herkes deprem uzmanı olmuş ve acilen bir şeyler yapılması gerektiğinin altını çizmişlerdi. 7.6 şiddetindeki o depremde resmi verilere göre 17 bin 480 kişi hayatını kaybetmiş daha fazla sayıdaki kişi de yaralanmıştı.

Devletin tüm kurum ve yetkilileri bir daha böylesi tufanların yaşanması halinde bile can kaybını minimize etmenin çalışması içine girildiğini söylemişleri.

Girildiği söylenmişti de buna tanıklık eden pek kimse yoktur.

Yapacağız, edeceğiz, geleceğiz, gideceğiz. Bir sürü ecek- acak’lı cümleler peşi sıra gelmişti.

Sonrasında herkes derin bir sessizliğe bürünmüş ve sanki o tufan ve onca can kaybı yaşanmamış gibi devam etmişlerdi hayatlarına.

Ondan sonraki zamanda yine binlerce konut yapılmış ve depremde zarar gören konutların güçlendirilmesi işlemi de kaplumbağa hızında devam etmişti.

Bir süre sonra o kaplumbağa da yerinde sayıvermiş ve her şey unutulmuştu.

“Depremin değil sağlıksız binaların insanı öldürdüğü” sözü, öylesine söylenmiş değil. Hatta bence her yerleşim biriminin girişine ve çıkışına bu yazı asılmalı. Hatta yapıların denetim ve izinlerinin çıktığı kurumlara da asılmalı. Tıpkı bazı kurumlardaki kimi dolapların üzerine yazılan ‘yangından ilk kurtarılacaktır’ yazısı gibi.

Yıllar yılları kovaladı ve 6 Şubat 2023 yılına geldiğimizde, Kahramanmaraş/Elbistan merkezli iki büyük deprem oldu. 7.7 ve 7.6 şiddetindeki depremde, 10 il ve bir çok ilçe ciddi şekilde etkilenmiş ve 50 binin üzerinde insan hayatını kaybetmişti.

Bu depremden Diyarbakır şehir merkezi de can ve mal kaybı noktasında etkilenmişti.

Zira Diyarbakır, 2. Derece risk bölgesinde bulunmaktadır.

Yerle bir olmuş şehirler, bölük-pörçük de olsa sarılmaya çalışılan yaralar, zamanında karşılığı görülmemiş vaatler, evsiz-barksız kalan insanlar ve alt-üst olmuş bir psikoloji ile baş başa kaldık.

Yine, her konu hakkında fikir beyan edenlere benzer insanlar çıkıp yorumlar yaptılar televizyon ve gazetelerde.

Yine o meşhur kaplumbağamızın hızıyla acıları tedavi etme çabası.

Yine depremin değil sağlıksız binaların öldürdüğü insanların hak arama mücadelesinde ‘yapı ve bina yapıcıların’ neredeyse cezasız kalması.

6 Şubat depreminde, Diyarbakır’da 6 bina yerle bir oldu. Birçok bina hasar gördü ve resmi rakamlara göre toplam 411 kişi hayatını kaybetti.

Yaraların sarılması için 1.5 yıldır ‘bir şeyler’ yapılıyor.

Yeni evler yapıldı, depremden etkilenen kimi aileler o yeni konutlara yerleştirildi, kimi yerleşemedi.

Zaman zaman şehrin değişik yerlerinde yıkım çalışması yapıldı-yapılıyor.

Kimi kontrollü kimi de son derece kontrolsüz bir şekilde oldu.

Diyarbakır’da her an hasar gördüğü için boşaltılmış kocaman bir binaya rastlayabilirisiniz.

Ama bir bakıyoruz çoğunlukla o boşaltılan binanın altındaki iş yerleri hayata ve ticarete devam ediyorlar.

Ya da madde kullananların ikametgahı durumuna gelmiş ve bazen de binlerce insanın uğrak yeri bir pazarın orta yerinde denk gelebiliyoruz böyle yapılara.

Bunun ciddiyetle takip edilmesi insani ve hayati bir görevdir.

İlla o boş bina birilerinin üzerine yıkılsın da ondan sonra mı müdahale edilsin?

Allah korusun ama bununla mücadele etmek, depremle mücadele etmekle özdeş bence.

Geçen gün bir arkadaşım, Diyarbakır’ın dron ile çekilmiş bir videosunu bana yollayıp “Hepsi kağıttan birer ev gibi ve en ufak bir depremde yerle bir olacak gibi duruyorlar” diye de not düşmüştü.

İnsanın içine kurt düşmüyor değil.

Ben de İnşaat Mühendisleri Odasın yetkilileri ile görüştüm. Çok önemli bilgiler verdi.

Verilen bilgilerin toplamı şu ki; “Son yıllarda Diyarbakır’da yapılan binaların ezici çoğunluğu depreme dayanıklı. Zira bir yapının yapılış aşaması çok özenle takip ediliyor.”

Proje aşaması ile imalat aşamasının sonuçları çok önemli.

Bu konuda proje aşaması ki sorumlu odalar ve belediyeler bu konuda söz sahibidirler, konunun üzerinde hassasiyetle duruyorlar.

İmalat aşaması da takip edilebiliyor ama bazen de yapıların sahipleri ve sorumlularının ‘inisiyatif ve insafına’ kalmış oluyor.

Ancak, ‘İskan Ruhsatı’ alınmış her yapı %90’ın üzerinde bir sağlamlığa sahip olduğu kabul edilir.

Bir yerde gayrı menkul almak isteyen yurttaşlar, nasıl ki alacakları yerin görsel her şeyiyle ilgileniyorlarsa, hem iskan ruhsatını görmeye ve hem de proje ve imalat aşaması konuları hakkında da bilgi edinme hakkına sahiptir.

Böyle bir hak kullanımı, g bir yapının depreme dayanıklı olup olmadığını öğrenmenin de yolunu açtığı gibi, bu işi yapan insanların da daha hassas olmalarını sağlayacaktır.

Evet lütfen depremi unutmayalım zira ülkemiz deprem bölgesinde

Lütfen yapıları hakkıyla yapalım, birkaç ton demir ve çimentoya tamah etmeyelim

Lütfen bir gayrı menkul satın alacakken teknik konular hakkında ve iskan ruhsatının olup olmadığını sorgulayalım.

Hatırlıyorum, eskiden bir müteahhit ya da bir akrabası yaptığı binada oturuyorsa o bina sağlamdır gibi bir görüş vardı. Yani madem kendileri ya da akrabaları oturuyor demek ki sağlam yapmıştır diye düşünürlerdi insanlar. Haksız da sayılmazlardı. Ama artık öyle bir durumla karşılaşmıyoruz nicedir.

Can acıtıcı son bir bilgi; 6 Şubat depreminde, Diyarbakır’da yıkılan tüm binaların hiçbirinin iskan ruhsatı yokmuş.