Yaşı kemale erip yaştan-baştan yana demini almış eski Diyarbekir “şehir çocukları”na hele bi sorun “eskilerden, çok değil ha, duyduğunuz hele hiç değil, çocukluk ve ilk gençlik yıllarınızdan siz de iz bırakan kimler vardı” diye!
Çok olmasa da, sayacaklardır bir kaç isim. Saydıklarından biri mutlaka “Efo Dayı”dır. Efo Dayı derken önüne mutlaka “Dondurmacı” ön ekini de koymayı ihmal etmeden tabii ki.
Kimseler bilmez, zaten merak da etmez asıl adını, “Efo Dayı” der ve geçerler. Ha birde şunu eklerler; “uzun boylu güçlü kuvvetli mengene gibi elleri olan bir adamdı.”
Eski şehrin tam orta yerindeki kadim mekân var ya! Hani o Kûrdi şarkının sözlerindeki gibi;
Welle Dîyarbekir li rastê da
Ulî camî di ortê da
Xwedê mirada min û
Mirada bejna zirav bike
Nava text û starê da…
İşte o Ulu Cami’nin yanında hani Goran Bregoviç’in “Çingeneler Zamanı” filmindeki kahramanların kullandıkları eşyalara benzer bir tekerlekli arabası vardı. Yazın dondurma, kışın da sıcak salep satardı, derler. Hepsi bu kadardır işte hatırlanan.
Birazcık yokladım birkaç eski hafıza adamlarını. Bingöl’den kim bilir hangi nedenle kopup gelmiş Diyarbekir’e. Önceleri Fiskaya’daki eski Diyarbakır Lisesi binasının önünde küçük, seyyar tekerlekli arabasında gofret, sakız, bisküvi, çekirdek, çerez filan satarmış talebelere.
Okulun eski ittihat terakkici gelenekten kalma ceberut müdürü Celil Güçlü beyle tartışmış ve ayrılmış oradan. Hikâyesi şu; Celil müdür çok disiplinli, her gün faytonla okula gelir. Daha fayton atının kişneme ve nal takırtısı Dağkapı’dan duyulanda, okulun hademesinden tutun öğretmen ve öğrencilerine varıncaya kadar cemi cümlesi kaçıp saklanacak delik ararlarmış.
Müdürün faytonu okulun önüne vardığında Efo Dayının tezgahından bir kız öğrenci alışveriş yapıyormuş. Öğrenci meğerse valinin kızıymış. Çağırmış müstahdemi Celil müdür “Tut bu kızı götür o deyyus babasına, terbiyesini iyi versin! Bir daha da okula göndermesin” demiş.
Bu manzaraya tanık olan Efo Dayı öğrencisine bunu yapan, emrindekilere böyle kötü davranan, valiye hakareti göze alan kim bilir yarın hangi bahaneyle bana ne der diyerek o işi oracıkta bırakır. Nerden öğrenmişse artık dondurmacılığa karar verir.
O zamanlar büyükçe ahşap fıçıların içine ondan daha küçük silindirik ve bakırdan derin kaplar yerleştirilir ve fıçı ile bakır kabın etrafı da kaya tuzu ile harmanlanmış kar ya da buzla doldurulurdu. Kar, Karacadağd’an saman içinde, buz ise küpeli buz fabrikasından gelirdi.
Sonra keçi sütü ve has sahleple yoğrulu dondurma olacak ürünle dolu o kapları sürekli sağa sola ritmik olarak çevirerek dondurma yapardı Efo dayı.
Saf sahlepi Malatya’da Ermeni sahlep üreticilerinden alırmış. Derler ki Malatyalı Ermeni sahlep üreticileri Efo Dayı’yı kendilerine yakın sayar ve pek severlermiş kendisini. Bir ona satarlarmış ürettikleri saf sahleplerini…
Üstelik tek başına “sade dondurma” değil. Mevsimine göre limonlu, vişneli meyveli dondurma da yaparmış. Şehirde onun dondurması nam salmış, bir numaraymış. Bir kez tadını taam eyleyenin bir daha da vazgeçemediği cinsten.
1940’lı yıllarda Diyarbakır Deliller Hanı’ndaki işlikte asker olan meşhur futbolcu Lefter bir oturuşta Efo Dayı’nın dondurmasından en az yarım kilo yermiş. Ve Efo Dayı koyu Fenerbahçeli, aynı zamanda Diyarbakır’ın yerel takımı Aysporlu, öyle ki dondurma tezgahı bile iki takımın sarı lacivert renkleri ile süslü olduğundan Lefter’den asla para almazmış.
Kentin namdar simalarından baba dostum Mevlüthan Mustafa Abi’yi arayıp “Abi Efo Dayı ile ne anlatırsın bana” dedim. “Ah” dedi “Şeyhmus’um, Efo Dayı çok güzel ve dürüst bir adamdı. Ben henüz çocuk denecek yaşlardaydım. Ama benden büyüklerden ‘cenk hikâyeleri’ni makamla anlatmayı iyi öğrenmiştim. Efo Dayı’nın tezgâhını kurduğu yerin karşısında Ulu Camii’nin hemen yanıbaşında kocaman bir yer Fethi’nin Kahvesi vardı. ‘Gel burada oku’ dedi kahve sahibi. Olur dedim. Okuyorum Hüseyni makamında ceng hikâyelerini. Ama birileri de konuşuyor, dinlemiyor. E, öyle olunca insanda heyecan kalmıyor. Ne etsek ne yapsak bunlara bir ayar versek diye düşünürken! Cemaatten biri dedi ki; ‘Durun ben biliyorum ne yapacağımı. Şimdi gidip Zeyyat begin eczanesinden ‘heb-ül mülük’ alacağım ve bunların içeceğine katacağım’. Gidip aldı adına heb-ül mülük denilen o ishal haplarını ve doğru Efo Dayı’ya gitti. ‘Dayı sen Mevlüthanı seversin. Bunlar rahat durmuyor. Sen bu haplardan üçer dörder bunların salebine kat’ dedi. Efo Dayı salepleri getirdi. Benimki temiz tabii ki. Koydu önüme ve ‘yeğenim bu senin afiyetle iç’ dedi. Sonra diğerlerininkini de önlerine koydu. İçtik salepleri. On, onbeş dakika sonra karnını tutan kaçtı cami tuvaletine, eve doğru. Bir hafta kendilerine gelemediler. Bana da sordular. Ayıp olmasın diye biraz karnım guruldadı ama bende bir şey olmadı dedim. Efo Dayı’ya sormuşlar: Efo Dayı da ‘Ne bileyim babam ben salebimi bilirem’ deyip kestirip attı. İşte rahmetli Efo Dayı’yı böyle bir oyunumuza dahil etmişliğimiz de var.
Bu mutluluk tablosu bir gün sonlanmış. Terzilik yapan oğlu Hasan Suriçinde Nilgün Sineması ile Ziya Gökalp İlkokulu’nun kesiştiği sokağındaki dükkanında ortağı ile tartışmış. Ve İskenderpaşa Camii’nin önünde 1973 Aralık ayında Efo’nun oğlu Hasan’ı, ortağı öldürmüş.
İşte o günden sonra Efo Dayı’nın eli iş tutmaz olmuş. Ve sırra kadem basıp bir anda kentin sicilinden kendini düşürerek kayıplara karışmış. İşi gücü de bırakmış.
Efo Dayı’nın tümüyle tesadüf sonucu torunu İlknur’la yollarımız Diyarbakır’da kesişti. Dokuz yıldır dedesinin izini sürüyormuş İlknur. Neden “Efo” demişler bilmiyormuş torunu! Asıl adı Arif, soyadı Özkul’muş. Belki Efo Dayı’nın kendisi de unutmuştu adını, soyadını.
Aslı Elazığ Palu’danmış. 1900 doğumlu ve dört beş yaşlarında, ana baba yok, kimsesiz. Neden ailesinden kimsesi yok, bilinmiyor. Teyze dedikleri birinin yanına Bingöl’ün Kur (dikme)köyüne götürmüşler ve ordan Diyarbekire gelmiş!
1979’da da vefat etmiş. Şimdi Hewsel bahçelerine karşı bir zamanlar Yahudi Mezarlığı olan şimdilerde artık ağırlıkla Bİngöllü Zazaların Çiftehavuzlar mezarlığında yatıyor Dondurmacı Efo Dayı…
Şimdi malum Yaz, Temmuz tabak ayı. Şehrin cehennem sıcağında canınız çekmiştir belki bir kaç top külahta dondurmayı. Maraş’ın kesme Dondurması’ymış. Falanmış, filanmış! Geçiniz efendim onları, Efo Dayı’yı ve dondurmasını, sahlebini bilin o size yeter.
Yad edin Dondurmacı Efo Dayı’yı…
Ruhu şad olsun, Dondurmacı Efo Dayı’nın…
Not: İki kare fotoğraf ile birlikte bilgilerini paylaşan Efo Dayı’nın torunu İlknur’a çok teşekkür ediyorum.