Bir emekli hekim olarak, belki emekli olamayacak işçilere hekimlik yapmaya çalışıyordu. Birçok emekli meslektaşı gibi diploma kiralamaya gönlü razı olmamış, çalışmaya karar vermişti.
Elbette hekimliğin yaş sınırı yoktu. Ama böyle de çalışılmıyordu. Şehirden uzak, tozun toprağa karıştığı bir maden ocağında, kendini bir hekimden ziyade mermer işçisi gibi görüyordu.
Ağarmış saçları, titreyen elleri, maden gürültüsünden iyi duymayan kulakları ve yakından gözlüğe rağmen iyi seçemeyen gözleriyle çalışıyordu.
Onun çocuğu belki torunu yaşındaki işçiler, ona daha çok yaşına hürmetten saygılı davranıyorlardı.
Çünkü bu devirde mesleğine karşı olumsuz yaklaşımlarının farkındaydı. Hastanede randevu bulamayan, ameliyat parasını denkleştiremeyen, özellerde habire cebi delinen, ama iyileşemeyen işçilerin meslektaşlarına serzenişleri altında hekimlik yapmaya çalışıyordu.
Kimse sağlık sisteminin nasıl çalıştığını bilmiyor ve merak da etmiyordu. Sadece hekimleri suçluyordu. Bu yüzden bu maden ocağında kimse yüzüne bakmıyordu. Mecbur olmadıkça kimse onunla sohbet etmiyordu.
Bu hekime öfkeli ama sisteme uysal işçilerden, en genç ve sıska olanı sonunda dayanamadı. Ona manalı manalı bakarak,
“Hocam emekli olmuşsun hala çalışıyorsun. Bu kadar parayı mezara mı götüreceksin!” dedi
“Ben geçinmek için çalışıyorum. Öyle sandığın gibi mezara götürecek kadar para kazanmıyorum.”
Bir hekimin ekonomik sorun yaşadığına, oradaki hiçbirinin inanmadığının farkındaydı.
“Abi doktor muayenesi iki bin olmuş. Acile girişimiz bin liradan başlıyor. Sen de bizimle kafa buluyorsun…”
Belki torunu yaşındaki işçinin ona abi demesi hoşuna gitmişti. Demek ki onu kendilerinden biri olarak görüyordu.
“Özel hastaneler de verdiğiniz paralar doktorların değil, patronların cebine giriyor kardeşim. Orada çalışan doktorlar da sizin gibi ücretli işçi.”
“Sadece özelde para vermiyoruz. Devlet hastanelerinde de para veriyoruz. Doymuyor vallahi doymuyor bu doktorlar…” diye destek veren öteki işçiye baktı. Uçları sökülmüş tişörtü, delik ayakkabısı, tozdan pantolonu ile gözleri inandırıcı değilsin diyordu.
“Kısacası emekli maaşıyla geçinmek zor kardeşlerim. Üstelik maaşımı bu ay kesintili aldım.”
“Yapma abi, devlet sizden niye kesinti yapsın?”
“İdare maaşınızı hatalı hesapladım diye kesinti yapmış. Ama tasarruf tedbirleriyle alakalı olduğunu biliyorum.”
“Çok mu abi?”
“Çok değil. Ama bu hayat pahalılığında emekliler için kayıp her kuruşun değeri var. Maaşımızı güya yanlış hesaplamışlar. İdari hatalar iki ayı geçmişse şahıstan mahsup edilemez dedi avukatım. Kesintiyi düzeltecekler tabii ki. Onun için uğraşanlar var. Yine de bu pahalılıkta maaşla geçinmek çok zor. Oysa emekli olunca keyfime bakar, dünyayı gezerim demiştim. Şimdi gördüğünüz gibi işyeri işyeri geziyorum. Birazdan iş güvenliği uzmanıyla başka bir ocağa gideceğiz.”
Karşısında inandırıcı olmayan gözlerle bakan işçiyi inandırma çabası dilini çözüvermişti.
“Çalıştığım zamanlar sadece para kazanmayı önüme almadım kardeşler. Maaşımla rahatça geçiniyordum. İyi bir hekim olmaya çalışıyordum. Biliyorum bunu size anlatmak çok zor. Mesleğimin para kazandıran yönlerini suistimal etmemeye çalıştım.”
“İyi halt etmişsin. Şimdi evin ve araban da yoktur.”
“Bir evim ve bir arabam vardı. Arabamın modeli düştü, epeyce eskidi. Satınca yenisini alamadım. Evimin olduğu mahalle istimlak edildi. Kentsel dönüşüm varmış. Belki başka bir şey, bilmiyorum. Zaten ev eskimişti. Aldığım parayı peşin yapıp yeni bir ev aldım. Şimdi taksitlerini ödüyorum.”
“Maaşın da taksitlere yetmiyor. Bu yüzden çalışıyorsun.”
“Yaşlanınca masraflar da artıyor.”
Bu defa ona acıyarak bakıyordu genç işçi. Belki ona inanmıştı.
Belki de onu bugünlere hazırlık yapmadığı için suçluyordu.
“Yürüyemiyorsun dayı. Gözlerin iyi görmüyor. Kulakların bizi duymuyor. Kimse sana muayene olmak istemiyor.”
Cevap vermedi. Duygusal incinmeyle yerinden güçlükle kalktı.
Evet o genç sıska işçinin dediği gibi eskisi gibi çalışamıyordu. İşçiye söylememişti ama evde işsiz iki üniversite mezunu oğluna da bakıyordu.
Şimdi işi bıraksa borçlarını nasıl ödeyecekti? Çocukları ne olacaktı?
Belki hiç çalışmamalıydı!
Belki de hem çalışıp hem de hakkını aramalıydı!
Elbette gençliğindeki gibi sokakları eylem adımlarıyla arşınlayamazdı.
Ama kendi gibi emeklilerin sesine ses katabilirdi.
Önce topluca maaşlarındaki kesintilere çare bulacaklardı.
Sonra da emekli meslektaşları ile birlikte çalışmaya ihtiyaç kalmayacak bir emekli maaşı için mücadele edecekti.