Hekimlik mesleğine, adım adım büyük bir heyecanla yaklaşıyordu. Son sınıfta halk sağlığı stajına gelmişti. Ona göre halk sağlığı en önemli stajdı.

Çünkü hekimliğin nefesiyle ilk olarak o stajda karşılaşacaktı.   
Elbette daha önce kliniklerde hastalarla temas etmiş, anamnez almış, muayene etmiş ve hocaların kontrolünde reçete dahi yazmıştı. 
Ama halkla hekim olarak ilk defa temas edecekti. Bu yüzden çok heyecanlıydı. Arkadaşlarının ne zaman gideceğimi bilmiyordu. Ama o ara vermeden hemen başlamak istiyordu. O gece heyecandan gözleri uyku tutmamıştı. Sabaha kadar kalın çerçeveli gözlüğüyle hasta hekim yaklaşımı ile ilgili kitaplar okumuştu. 
Ve bir Eylül günü, sonbahar esintileriyle kış hazırlıkları başlamışken, çantasında steteskopu, beyaz önlüğü, kalemi, ilaç rehberi ve kalın çerçeveli gözlüğüyle, bahçe içinde tarihi bir binada kurulu sağlık ocağına gitti. Kapıdan girerken fazlaca heyecanlıydı. Öyle ki adım atamadı ve gerisin geri kaçmak istedi. Kapıda ilk karşılaştığı kişiye kekemeleşen diliyle kendisini tanıştırdı. Ona sorumlu hekimin odasını gösterdiler.


Sorumlu hekimin odası çok kalabalıktı. Ceketli, kravatlı, şalvarlı, puşili rengarenk tamamı erkek misafirlerin yanında önce oturmak istemedi. Çıkmaya çalışıyordu ki sorumlu hekim seslendi. Sonra yerinden kalktı, kollarından tuttu, odanın ortasına iterek durdu.


“Bakın hemşerilerim! Bu gördüğünüz, hastanemize yeni atanmış çocuk profesörü. Bakın sizin için gözlerini kör etmiştir. Bakanlığa söylemiştim. Özellikle sizin için buraya getirdim” dedi.


Büyük bir şok yaşıyordu. Mezuniyetine daha on ay vardı. Daha pratisyen hekim bile olamamıştı. Mecburi hizmet kurasına katılmamıştı. Ve önünde aşması gereken bir uzmanlık sınavı vardı. Durum buyken staj için geldiği sağlık ocağının sorumlu hekimi onu kısadan profesör yapıyordu. Gözlük takması ve bıyık bırakması onu çok mu yaşlı göstermişti.


Şaka diye anlamak istedi. Ama sorumlu hekim onu polikliniğe götürünce yaşadıklarının hakikat olduğunu anladı.  
“Abi ben daha reçete yazmasını bilmiyorum. Sen beni profesör ettin!”

“Sen zaten profesörsün…Bunlar benim köylülerim. Onlar beni çok sever. Ben de onları severim. İtibarları artsın diye seni profesör olarak tanıttım. İtiraz etme. Yazacağın bir reçete. Sana hemşireler yardım eder.”
“Yapamam”
“Yaparsın! Hem itibarımı sarsarsan aramız bozulur. Stajını da yakarım.”
Birkaç adım giden sorumlu hekim geri döndü. İçinde bir ateş düşürücü, bir  antibiyotik ve bir vitamin olan reçeteyi bıraktı.
“Herkese bunların aynısını yazarsın. Çocuklara da şurubundan yazarsın. Durumu idare edersin.”
“Tüm hastalara nasıl aynı reçeteyi yazarım! Anlamazlar mı?”
“Sen yaz. Bunlar okuma yazma bilmez. Bana güvenirler. Sana da güvenecekler.”
Mecburen masasına oturdu. Önlüğünü yavaşça giydi. Çünkü hevesi kurulmuştu. Bir kaç dakika düşündü. Steteskobuna ve kalemine baktı. Artık bir hekimdi. Ve hekim gibi davranmalıydı. Bunun için sorumlu hekimin dediğini yapmamalıydı. 
İlk hastası bir çocuktu. Büyük bir hevesle muayene etti. Hemşire acele et dese de ona aldırmadı. Hemşirenin uzattığı reçeteyi buruşturup çöpe attı. Günü tek başına poliklinikte geçirdi. Çoğuna reçete yazmadı. Stajyer doktor olduğu için hastaneye yönlendirdi. Ama ikna ederek yaptı. Böyle yapmasa bir daha hekimlik yapamayacağını biliyordu.”


Bir anda sorumlu hekim polikliniğe daldı. Hışımla ona yöneldi. Kavga geldim demişti. Refleksle kendisi de ona doğru yöneldi. Araya birçok kişi girdi. Arbede sonrası iki adam tarafından sağlık ocağı dışına çıkarıldığını fark etti. Neler olduğunu anlamamıştı. Gözlüğünün olmadığını fark etti. Üstünü düzeltmeye çalışırken biri ona kırık gözlüğünü ve çantasını uzattı. Sağlık ocağından fiili olarak kovuluyordu. Sorumlu hekim içeriden bağırıyordu.


“Yarın buraya gelirsen kemiklerini kırarım!”

Böylece hekimliğe kavgayla başlıyordu. Ertesi günü staj için gönderen halk sağlığı hocasına gitti. Hocaya durumu genişçe anlattı. Kırılan gözlüğü gösterdi.
“Onu tanıyorum. Ağa kökenlidir. Okulu da uzatarak bitirdi. Şimdi mesleğini ve konumunu kullanarak cahil gördüğü halka hegemonya kurmaya çalışıyor. Başka stajyerler de benzer sorunlar yaşadı. Keşke acele etmeseydin. Diğer arkadaşlarınla birlikte gitseydin.

“Bu nasıl bir hekim hocam!”

“Tıp fakültesinde diploma almakla hekim olunmuyor.  Bu yüzden ‘iyi hekimlik’ diye çırpınıyoruz."
Hatırlıyordu, o dönemde aynı zamanda Tabip Odası Başkanı olan dahiliye hocası bir derste ‘iyi hekimlik’ ten söz edince öğrenciler olarak dalga geçmişlerdi. ‘Hekimlik zaten iyidir, iyi hekimlik ne demek hocam’ diye gülmüşlerdi. 

Ama stajın ilk gününde iyi hekimliğin ne olduğunu kırılan gözlüğüyle  anlamıştı.

Sonra sağlık ocağına hocasıyla birlikte gitti. Diğer stajyer arkadaşları da gelmişti. Sorumlu hekim önce inkar etti. Hemşireleri ve personelleri şahit gösterdi. Ama yaşadıklarını ısrarla anlattı.  

“Evet dedim. Ne var bunda. Bak diğer öğrenciler de burada. Sessizce hekimlik öğreniyorlar. Sen art niyetlisin. Büyüklerine saygı göstermiyorsun. Bana el kaldırdın.” 
“Hazır reçeteler için ne diyeceksin?”

“Ben bu ilaçlarla ilgili bilimsel bir araştırma yapıyorum” dedi sırıtarak..
Ve hocaya dönerek. 
“Bunu al, başka sağlık ocağına götür. Meseleyi fazla da kurcalama, kalbin kırılır!” diye hocayı tehdit etmekten de geri durmadı. 
Hocası kızgın ama buruk bir şekilde hızlıca ayrıldı. Gücünün ona yetmediğini anlamıştı. Peşinden gitti. Omzuna dokundu. 
“Hocam öyle görünüyor ‘iyi hekimlik’ için daha çok gözlüğüm kırılacak!”
“Ben emekliye ayrılacağım Ahmed. Sen gözlüğüne mukayyet ol!”
İyi hekimlik için mücadele eden doktorları ve onların örgütünü tanıdıkça, dayanışmayı öğrendikçe, mesleğini yapmayı sevdikçe gözlüğü de bir daha kırılmayacaktı.