Malum Güneydoğu Ekspres sayfalarında geçtiğimiz hafta Nazım Hikmet’in Kamuran Bedirhan’a yazdığı Kürtlerle ilgili belki de geç kalmış yüzleşme mektubunu ve hikâyesini yazdım.

Çok okundu ve üzerine çokça yorum (olumlu-olumsuz) yapıldı.
Benim için en anlamlısı şuydu ki; Nazım’ın doğumundan sonra annesi Celile hanımın sütü yetersizmiş. Nazım’ın babası Hikmet Bey’in Diyarbekir ve Halep valilikleri döneminden Bedirhanilerle tanışıyor olması İstanbul’da da sürüyormuş. İşte bu ilişki ve dostluk nedeniyle Emin Ali Bedirhan beyin eşi Semiha hanım, çocukları Celadet ve Kamuran beylerin kızkardeşi olan kızı Meziyet’i emzirirken Nazım’a da süt vermiş. Yani ailece iki aile arasında bir süt kardeşliği hikâyesi de var.

Bu, işin farklı ve renkli bir tarafı.
Gelelim asıl sıkıntı veren tarafa! Tuhaf bir şekilde böylesine naif ve içerden duygu dolu bir mektup farklı kesimlerin ilgisine mazhar oldu.
Önce mektup “Nazım’ın kaleminden çıkmamış olabilir” dendi. Öyle ki Nazım Hikmet Kültür Sanat Vakfı yapısı içinden “Yazı karakteri ve üslup” Nazım’ınkine uymuyor denmiş. Ve hâla tartışmalı durumdaymış mektubun Nazım’a ait olup olmadığı.

Üstelik bu detayın Kürt “Milli Hassasiyeti” hayli üst düzeyde olan kimi dostlar tarafından dillendirilmesi ise kanımca ayrıca manidardı.
Nazım’ı “Dört nala gelip uzak Asya’dan/ Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan / bu memleket bizim…” dörtlüğü üzerinden Türklüğe yaslayan Türk milli hasleti içinde olanların Nazım sahipleniciliği ile, evet Nazım zaten böyle biridir demeye getiren hatta Nazım’ı “ırkçı, şovenist, Türkçü” olarak değerlendirip Kürt Milli hassasiyeti üzerinden okuma yapanlar Nazım tarafgirliği ve Nazım karşıtlığı üzerinden bir mektubun varlığı-yokluğu ekseninde buluştular sanki!
Halbuki Nazım bugün de en azından muktedir Kürt siyasetinin altını bold kalemle çizdiği Kürt ve Türk halkları için; “Ancak böyle bir elbirliğiyle kardeş iki millet hürriyete, milli ve insani haklarına kavuşabilir” diyor.

Sonuçta o malum mektup 1985 yılında Kamuran Ali Bedirhan Bey’in arşivinden ailesinin de izniyle alınıp Paris Kürt Enstitüsünün kütüphanesinde duruyor. Hem de 39 yıldır.

Mektubun yazılışının üzerinden 63 yıl, açık ortamda teşhirinin üzerinden ise 39 yıl geçmiş. 
Soru başlıkta; Nazım, bunca tartışılacağını bileydi o mektubu yazar mıydı? Şairliğinden edindiğim izlenim kadarıyla Evet yazardı hem de daha bir alasını yazardı. O mektup o günkü dünya algısı ve sol jargonun ölçüleri üzerinden yazılmış bir mektup sonuçta. Öyle de değerlendirilmeyi hak ediyor zaten…
Haziran 2024 / Şeyhmus Diken