“Ne ara böyle olduk” cümlesinden pek haz etmem. “Niye böyle olduk?” sorusunun daha anlamlı olacağı kanaatindeyim.
Sosyal hayatta bu soruyla meşgul olup cevabını aramak daha önemli zannımca.
Bence, dünyamızın daha yaşanılabilir olmasını sağlayacağı gibi, bizlerin daha huzurlu bir hayat sürmesinin kapısı aralanır.
Kime, ne konuda dokunsak hep ‘eskilere’ dair bir özlem duyuyoruz.
‘Ah ah’ diye başlayan cümleler peş peşe sıralanır.
Eski bayramlar, eski komşuluklar, eski dostluklar, eski merhametli insanlar, eski bir sürü şey…
Ne oldu da her şey böyle değişti?
Ne oldu da, yabancılaştık kendimize, kentimize, insanlarımıza ve de dünyamıza?
Kim yaptı bunu?
Hangi felaket sonrası girdik bu çarkın içine?
Birçok olumsuzluğun sebebini teknolojik değişikliklere bağlayabiliriz. Haklılık payı var tabi. Var ama teknolojiyi de geliştiren bizler değil miyiz?
Pekiyi ya biz?
Ben, sen, hepimiz?
Bilcümle insanlığımız?
Mesela, çevremizi temiz tutmak için çabalamıyoruz ama çevre kirliliğinden şikayet ediyoruz.
Bir toplu ulaşım aracında ya da bir dinlenme alanında, hayatımızda belki bir daha görmeyeceğimiz ve hapşıran birine nezaketen(!) ‘çok yaşa’ deyip, evimizi paylaştığımız yakınlarımıza bir ‘günaydın’ı bile çok görüyoruz.
Sosyal medyada çok zaman geçirilmesinden şikayet edip sosyal medyadan başımızı kaldırmıyoruz.
Komşumuza bir selam vermiyor ama ‘eski komşuluklar’ kalmadı diye söyleniyoruz.
Trafikte, hiçbir kurala kulak asmıyor ama kurallara riayet etmeyen birine kötü sözü basıyoruz.
Bayramlarda, genellikle sadece kendimize yetecek kadar şeker-tatlı ve et alıyoruz, sonra nerde eski bayramlar diye ağlıyoruz.
Varın listeyi sizler uzatıverin.
‘Dünyayı değiştirmek isteyenler, kendilerinden başlamalıdır’ sözünün gölgesindeyim.
Evet, kendimizi değiştirmekle, empati yapmakla ve mutlaka cebimizde bir çuvaldız taşımakla başlayabiliriz.
İşte niye böyle olduk sorusunun cevabı; Çuvaldızsız olduğumuz için.