Nöbet sonrası mesaiye rağmen en yakın bir kıraathanenin yolunu tuttu. Uyur gezer halde kendini serin bir mekana atıverdi. Tahta bir sandalye de şekerleme ve esneme arasında, üstün bir gayretle, üst üste içtiği üç demli çay ile kendine gelebildi.

Bir anda masada başkalarının da olduğunu fark etti. Gözlerini açıp kapattı. Biri orta yaşlı, diğeri daha genç iki kişi daha masada oturuyordu. Uyur gezer olduğu için burada nasıl oturduğunu hatırlamıyordu. 

“Selamün Aleyküm ... Kusura kalmayın…. Uzun yoldan geldim… Feci uykusuzdum… Sızıp kalmışım. Sizi fark etmemişim” diyerek, ayağa kalkmaya çalıştı.  
“Aleyküm selam. Fark etmez kardeş. Kalkmana gerek yok… Çok yorgunsunuz Keşke evine gidip istirahat etseydin.”
Sonra yine sandalyeye çömeliverdi. Aslında iyi de olmuştu. Hastanedeki son nöbeti sonrası, bir şekilde sokaktaki vatandaşın hissiyatını öğrenmek istiyordu. Aç karına içtiği sert çaylar, nöbet stresinden kıvranan midesini daha da germişti. O anda kıraathaneye başında tepsi ile bir simitçi girdi. Ağrıyan aç midesine dindirmek için simitçiye seslendi. 

“Simitçi!.. Üç simit versene…”

Hızlıca gelen simitçi, çıplak elleriyle ona üç simit uzattı. Hijyenik değil diye önce almak istemedi. Sonra muhabbete konu olur diye düşündü. Hem uzun yol şoförü olduğunu söylemişti. Simitleri alıp cüzdanından çıkardığı otuz lirayı uzattı.  

“Abi simide zam geldi. On üç lira oldu...”

Bunun üzerine bir on lira daha uzattı. Masadakilere seslendi. 

“Simide yine gelmiş…Buyurun çayla iyi gider…”

İşte simitçi sayesinde beklediği muhabbet kapısını aralıyordu. Ama simidi afiyetle yemeye başlayan adamlardan tık yoktu. Tam ümidi yitirmişti ki  
“Her gün zam her gün zam…” diye yineledi.

“Simitçinin bir suçu yok. Her şeye geliyor kardaş!” dedi orta yaşlı olanı.

“Ama bir tepki yok . Doktor muayeneye zam yapsa hemen saldırıyorlar.”
Neden hemen sağlığa giriş yapmıştı. Şimdi onun nöbetten çıkan bir doktor olduğunu anlasalar, muhabbettin tadı tamamen kaçacaktı. 

“Niye ki, her şeye zam geliyor, muayeneye de gelir. Memlekette zam var diye kimse kimseye saldırmaz. Alıştırdılar bizi çünkü...”

“Doğru, zam yaptı diye şiddete maruz kaldı diye bir haber okumadım…Hem yanlış anlamayın. Ben şiddete karşıyım...”
Muhabbet iyi gidiyordu. Son zamanlar da yaşadıklarıyla ilgili sıradan insanların  bakışını kısmen öğrenebilirdi. 

“Söz açılmışken sağlıkçılara şiddet niye artıyor, merak ediyorum!”

“Herkes çok sinirli. Gücü yetene çatıyor. Vatandaş acile giriyor. Bakıyor sıra var. Doktor ilgilenemiyor. Adamın ağrısı var. Dayanamıyor. Sinirleniyor.”

“Ama kamu özel her kuruluşta sıra var. Kimse sırada bekliyor diye çalışanlara saldırmıyor.”

“Evet. Hastaneye kuyruklar yakışmıyor ama.”

“Evet tüm renkler kirleniyordu. Birinciliği beyaza vermişler.” diye kendi kendine mırıldanıverdi.

“Çünkü beyaz özeldir.” dedi hiç konuşmayan genç adam. Bencilce olduğunu biliyordu, ama muhabbet artmışken, kendi gündemini konuşmak istiyordu.

“Belki hastaneler de fark parası ya da bıçak parası alınıyor diye kızıyorlardır.”

“Niye kızsınlar! Benim babam ameliyat olacaktı. Af buyur makatına yakın bir şişlik var. Ne fakültede, ne devlet hastanesinde randevu alamadık. Özele de gücümüz yetmedi. Hocaya elden para verdik. Ertesi gün ameliyat oldu.”

“Bunun için kızmadınız mı? Yani sizden para aldığı için!”

“Niye kızayım. İşimiz halloldu. Randevudan kurtulduk.”

“Belki o randevuya da gerek yoktu. Belki de ameliyat ta acil değildi!”

“Bir doktor ilaç önermişti. Ameliyatı sonra yaparız demişti. Bu da kesin ameliyat dedi. Ve uzak tarihe randevu verdi. Hatta o ilaç yazan doktora da çok kızdı. Ameliyat olmasaymış kötü olacakmış dedi.  Geç kalınmış dedi. Çok öfkelendim. Nerdeyse gidip diğer doktoru vuracaktım.”

“Demek ki vuracaktın!”

“Sözün gelişi, niye vurayım elin doktorunu! Onlar bize lazım zaten.  Hem memlekette işini yapmayanı, rüşvetçiyi, yalancıyı vurma alışkanlığımız olsaydı bir tane siyasetçi sokağa çıkamazdı. Tersine biz onları her defasında seçiyoruz.”

Muhabbet güzeldi. Ama bir anda kayıp gitmişti. Masaya oturan başkaları sayesinde konu futbola kayıvermişti.  Orada da hakem kayırmaları, ‘var’ hataları şikeler falan diye uzuyordu.

Aslında hiç kimse kolay kolay kişi işini iyi yapmıyor diye saldırıya maruz kalmıyordu.  

Belki hekimlik mesleği özeldi ve her şey daha fazla göze batıyordu. 

Belki de şiddet sadece sağlıkçıların meselesi değildi. 

Futbol muhabbetine girmeyip, kıraathaneden çıktı. Uykusu da tamamen kaçmıştı. İstifa mektubunun altına şunları yazdı

“Siz bana mesleki hatalarınızı, sağlık ticaretinizi, paraya mahkum oluşunuzu , yani bir bütünüyle kötü hekimlik faaliyetlerinizi toplumla paylaşacağım için kızmıyorsunuz. 

Çünkü bunun toplumda size karşı bir tepki olarak dönmeyeceğinden emin gibisiniz.  

Şiddeti işçileşmiş hekimlerin meselesi olarak görüyorsunuz. 

Ve bunu da umursamıyorsunuz. 

Bu konuda tutumunuzu ve yanıldığınızı hatırlattığım için kızıyorsunuz. 

Meslektaşlarınızla  dayanışmadan kaçtığınızı yazdığım için kızıyorsunuz.    

Size tıbbi deontolojiyi hatırlattığım için kızıyorsunuz. 

Size mesleki saygınlığa zarar verdiğinizi hatırlattığım için kızıyorsunuz. 

Mesleki yemininize aykırı davrandığınızı hatırlattığım için kızıyorsunuz. 

Ve örgütlü mücadeleyi hatırlattığım için kızıyorsunuz.

Ama ben mesleğimizin saygınlığı için sizleri kızdırmaya devam edeceğim!”