Uzun yıllar İstanbul’da yaşadım. Ne iş ile meşgul olursam olayım mutlaka cumartesi günlerimi boş bırakmaya özen gösterirdim. O günümü yüreği evlat acısıyla yanan ‘Cumartesi Annelerine’ adardım. Hayatımda hiçbir anne-babanın acısını kategorize etmedim. Siz de etmeyin lütfen. Edilmemeli bence. Birkaç oturumda denk geldiğim için selam-sabahımız oluşan bir arkadaş vardır. Birkaç oturumdan sonra onu nadir görür oldum ama sosyal medyada esip-gürlüyordu.

O zaman twitter yeni yeni popülerleşiyordu. Çoğunlukla ‘demokrasi’ ve ‘insan hakları’ ile alakalı paylaşımları oluyor ve bunlar binlerce RT alıyordu. Hatırı sayılır bir takipçi kitlesi de vardı.

Zaman zaman annelerin oturumuna polis müdahale ediyordu. Arbede, yaralanmalar ve gözaltılar kaçınılmaz oluyordu.
Yine böylesi bir müdahale sırasında, tüm annelerle birlikte abluka altındaydık. İmkanı olanlar olayı sosyal medyada gündeme taşımak için telefonlarımıza sarıldık.

En çok konuşulan da o arkadaşın twitleriydi. ‘polis ablukasındayız, saldırı var, gaz bombası atıldı, nefes alamıyoruz, katiller, hesap vereceksiniz’ gibi okuyanları ayaklandıracak twitler paylaşıyordu.

Halla halla, şaşkınlık içinde etrafıma bakınıyordum. Ben mi başka yerdeydim yoksa bu twitler mi başka yerden atılıyordu çözemedim. Olay mahallinde olan bizler ki o zamanlar bir avuç insandık, basın açıklamasından sonra polisler tarafından ablukaya alınmıştık ve buna alışıktık. Ama ne saldırı vardı, ne gaz bombası ne de nefeslerimiz kesiliyordu. Görüşmeler yapıldı ve abluka da kalktıktan sonra, meydandan ayrılmadım. O arkadaşı görebilirim diye ama göremedim. Etrafta biraz daha dikkatli gezinince, açlığımı gidermek için Galatasaray Lisesinin karşısındaki meşhur tostçuya girdim. Bir de ne göreyim, o arkadaş oturmuş telefonuyla meşgul olup bir şeyler atıştırıyordu. Tostunun son lokmasını ağzına attı bir güzel çiğnedikten sonra çayını yudumladı ve kalktı. Önümden geçerken ‘hocam rojbaş’ demeyi de unutmadı.

Bu hikayeyi niye yazdım?

“Ülkede ve dünyada onca olay oluyor, sen niye bu kadar sessiz ve tepkisizsin sosyal medyada” mealinde gelen yüzlerce mesaja istinaden yazdım.
Uzun yıllardır sosyal medya kullanırım ama takipçi avcılığı yapmamaya özen gösteririm.
Ayrıca rahat evimde-ofisimde ayak ayak üstüne atıp “işkembe-i kübradan” twit atmaktan utanç duyarım.
Toplumsal hassasiyeti olan bir konu ve olaya tanıklık edince, kişisel reklam ve duyar kasma modundan uzak dururum.
Tarafların hassasiyetini göz ardı edip ‘ruhsal tatmin’ yollarını kapatırım.
Ateşin düştüğü yeri yaktığını asla unutmam.
Üç-beş beğeni ve takipçi elde ederim diye, kimsenin özel hayatına dadanmam, susmaya-kabuk tutmaya yüz tutmuş acıları uyandırmam.
Özellikle de ‘mahlas’ isim kullanmam.
Evet hepimizin dikkatini çekmiştir; ortalığı velveleye verip, yaşanmış bir durum ve sorunun sanki içindeymişler gibi davrananların çoğunluğu ‘mahlas’ isim kullanırlar.
Affedersiniz, mahlas isim kullanmanın da bir raconu var aslında. Bunlara ‘fake hesap’ dersek daha yeridir.
İşte bu fake hesaplar, sırf ruhlarını tatmin etmek için paylaşım yapmaktan başka, hayatı reel yaşayanların bazı olaylar karşısındaki sessizliklerine de laf edip onları ‘ korkaklıkla’ itham ederler.

Niye susuyorsun?

Korkuyorsun.

Satılmışsın.

Bir yerlere yaranmaya çalışıyorsun.

İpe sapa gelmeyecek bir sürü itham.

Tabi bu şahısların bir de reel hesapları var ki, itham ettikleri gibi yol yürürler.
Sonra akşam olur, sıcak yataklarına yatar ve hiçbir şey olmamış gibi kirli hayatlarına devam ederler.
Evet, böyle olmaktansa sessiz kalmayı tercih ederim sosyal medyada.
İnsan olan, bir sorun ve sıkıntı için reel hayatta çabalar gerisi beyhude bir saçmalık…