Aile hekimleri, ASM çalışanları ile birlikte ülke genelinde, 5, 6 ve 7 Kasım’da , hükümetin dayattığı yeni yönetmeliği ‘Eziyet Yönetmeliği’ olarak tanımlayarak, geri alınması talebiyle greve gitti. Elbette bu grev ilk değildi. Ancak birçok bakımdan ilkleri yaşadı. İlk defa tabanda geniş bir birliktelik sağlandı.
Grev bildirisinin altında sağlık ve sosyal hizmetler iş kolunda, meslek odası, dernek ve sendikalardan toplam 14 örgütün imzası vardı. Örgütler bildiriyi sadece imzalamadılar. Grevde de birlikteliği sağladılar. Hükümet sağırları oynasa da grev etkili başladı.
5 Kasım günü aile hekimleri en doğal hakkı olan üretimden gelen gücünü kullandı. Diyarbakır da örgütlü olan Tabip Odası, Aile Hekimleri Derneği , SES, Hekim Birliği Sendikası, Hekim Sen, Birlik Dayanışma Sendikası ve ilk defa bir greve katılan, örgütsüz aile hekimleri ülke genelinde alınan karar gereği il sağlık müdürlüğü önünde açıklama yapmak istedi. Ancak İl Sağlık Müdürlüğü’nün çağrısıyla müdürlük önüne gelen il emniyet müdürlüğüne polisler tarafından basın açıklaması engellenmek istendi. Sağlık emekçilerinin direnişi engellemeyi boşa çıkardı. Basın açıklaması kitlesel bir foruma dönüştürüldü.
Bu direniş sonucu 6 ve 7 Kasım’daki açıklamalar da polisin temsili düzeye inmesini sağladı. Foruma dönüşen bu açıklamalar da sağlık iş kolunda birlik öne çıkıyordu. Birleşerek haklar korunabilir ve kazanılırdı. Birleşmenin yanında işkolundaki örgütlerin dayanışması öne çıkıyordu.
İş kolu sendikacılığını savunan, meslek sendikacılığını eleştiren ve yıllarca bunun mücadelesini veren biri olarak, hekim sendikalarının grevdeki tutumu beni hem şaşırttı hem de o anda gelecek adına umut verdi. O gün için hekim sendikalaşmasının 5- 7 Kasım grevlerin de ki gibi birleştirici, dayanışmacı olarak devam etmesini umdum.
Forum katılımcılarından birinin, Aile Hekimliği başlangıcında, bir sağlık emekçisinin ‘Aile Hekimleri olarak ücretleriniz artıyor ama mesleki özgürlüğünüz gidiyor’ hatırlatması, forumu yöneten beni geçmişe götürdü.
Aile Hekimliği ilk olarak 1992 yılında DYP- SHP koalisyon hükümeti tarafından gündeme getirilmişti. Ancak o dönem sağlık iş kolunda fiili meşru sendikal mücadele veren Tüm Sağlık - Sen, Genel Sağlık - İş, Sağlık Sen
(Sonradan SES’e katılan Sağlık Sen) ve TTB’nin etkin mücadelesiyle, ‘Aile Hekimliği’ program olarak, kağıt üzerinde kalacaktı. Sonraki tüm koalisyon hükümetleri programlarına koysa da, ‘Aile Hekimliğ’i pratiğe geçemedi.
Aile Hekimliğinin pratiğe geçmesinde AKP hükümeti başarılı oldu. Bunda en önemli etken, uygulamanın başladığı illerde aile hekimlerine ödenen yüksek ücretlerdi. O dönem Aile Hekimliği ücretleri, pratisyen hekim ücretlerini üçe katlıyordu. Bir de sözleşmeli de olsa pratisyenlikten uzmanlığa geçişin verdiği avantaj da etkili oldu.
İşte o dönem ‘ücretler artıyor, ama mesleki özgürlüğümüz gidiyor’ diyenler oldukça azınlıkta kaldı. TTB ve SES Aile Hekimliğini ‘Sağlıkta ticarileşmenin bir parçası’ tespitiyle politik olarak karşı çıktı.
İlk olarak 2005 yılında Düzce’de başlayan ‘Aile Hekimliği’ne karşı, TTB hekimlere ‘Aile Hekimliği’ sözleşmesini kabul etmeyin diyordu. Ancak bu çağrıyı yapanların, Merkez Konsey üyeleri, Oda başkanları ve aktivistlerin, süreç içinde ‘Aile Hekimliğine’ geçişleri Aile Hekimliğine direnişin çözülmesini kolaylaştırıyordu.
Yıllarca TTB Pratisyen Hekimlik Kolu, Pratisyen Hekim Komisyonu ve Pratisyen Hekimlik Derneğinin “sağlık ocaklarına yazar kasa koymayacağız”, “sözleşmeli çalışmaya izin vermeyeceğiz”, “şirketleşmeye izin vermeyeceğiz”. “apartman altlarında eczanelerin kiracısı olmayacağız” gibi slogan ve söylemleri üretenler de Aile Hekimliği sözleşmelerini birer birer imzaladılar. Bir kısmı eğitimci oldu, bir kısmı aile hekimliğinin başarısı! için çalıştı.
Örgütlü mücadele, pratisyen hekimlerde o dönem benimsenmiş ‘bir kaç yıl para biriktirir sonra bakarım’ genel kanısını kıramadı.
O dönem 112 Acil hizmetlerde, Fatih ilçesi gibi büyük hastanelerin olduğu bir bölgede, mahkemelik olduğum halde Aile Hekimliğini reddeden bir kaç pratisyen hekimden biri oldum. 112 den aile hekimliğine hekim kaçışı çalışma şartlarımı daha da ağırlaştırdı. Bir yerden sonra çalışamaz oldum.
Bu meselde bireysel direnmenin de alandan kopuşu getirdiğini gördük. Önemli olan örgütlü mücadeleydi. Birey olarak aile hekimliğini reddetmek çözüm değildi. TTB ve SES politik olarak doğru bir yerdeydi ancak örgütlü bir karşı koyuşu gerçekleştirmemişti.
Diyarbakır’a döndüğümde bir pratisyen hekim olarak çalışacak bir alanın kalmadığını fark edince bir ilçede, kamu binasında aile hekimliğine geçiş yaptım. (Aile Hekimliği bu defa KHK ile ihraç olmak ile kesiliyordu.)
Şimdi de Aile Hekimliğinden, istifa edip çıkarak bireysel olarak direnme ihtimali konuşuluyor. Forumda da gündeme getirildi. Örgütlü olmadığı sürece, bizim 2011 de İstanbul’da yaptığımız bireysel direniş gibi süreci durduramayacaktır.
2005 ile başlayıp, 2011 de biten Aile Hekimliğine geçişte en önemli etken yukarıda vurguladığımız gibi ekonomik çıkardı. Kanımca aynı tehlike devam ediyor. Hükümet yine aile hekimlerine ekonomik avantajlarını güncelleyebilir. Bu durumda hekimler yine mesleki özgürlüğünü geriye alabilir.
Ancak elimizde yaklaşık 20 yıllık bir yaşanmışlık var. Bu yaşanmışlık ekonomiyi mesleki özgürlüğe tercih etmenin neye yol açtığını göstermektedir. Bu yüzden tabanda süresiz grev isteyen aile hekimleri vardır.
5-7 kasım grevlerinde hekim sendikalarından umutlanmıştım. Ancak TTB, Aile Hekimleri dernekleri ve iş kolu sendikalarının aldığı 2-6 Aralık grev kararında imzaları yoktu.
Acaba hekim sendikaları 5-7 Kasım grevleri gibi 2-6 Aralık’ta katılacaklar mı?
Yoksa dağınıklığa parçalanmaya devam mı diyecekler?
Yine bu greve toplumun desteği sağlanabilecek mi?
Bu sorularla beraber, bir diğer mesele 2-6 Aralık 5 günlük iş bırakma kararının yine ASM’ler le sınırlı tutulmasıdır. Kanımca ikinci grev kararının sağlık iş kolunun genelinde olması gerekiyordu.
Son olarak mesleki özgürlüğümüz için haydi greve diyoruz.
Bu tüm branşlarımızda mesleki özgürlüğümüzün önünü açacaktır.